Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
PortalPortal  AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 ::::FıKRaLaR::::

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
ßyVaтaИ
1. Ferik
ßyVaтaИ


Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Burç Burç : Terazi
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 47
Doğum tarihi Doğum tarihi : 05/10/96
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 19/10/10
Yaş Yaş : 27
Nerden Nerden : İstanbul
Meslek Meslek : Öğrenci
Ruh Hali Ruh Hali : Eğlenceli

::::FıKRaLaR:::: Empty
MesajKonu: ::::FıKRaLaR::::   ::::FıKRaLaR:::: Icon_minitimePtsi Ekim 25, 2010 9:22 pm

001. Çivi izi
İsa, bir gün çölde gezinirken, ağlayan bir ihtiyar görmüş ve yanına yaklaşıp, derdini sormuş. ihtiyar: “Kaybolan oğlumu arıyorum, ama artık umudu kesmek üzereyim...” deyince İsa yaşlı adama acımış ve: “Oğlunu beraber arayalım... demiş ve sormuş: “Peki, oğlunu tanıyacağımız bir işaret, bir iz var mı? Mesela doğum lekesi filan...” İhtiyar: “Evet, oğlumun ellerinde ve ayaklarında çiviler vardı...” İsa’nın gözleri dolmuş ve haykırmış: “Baba!..” İhtiyar da haykırmış: “Pinokyo!..” (“subzero5”/Ek$iSözlük)

002. Asma
Büyük Tufan'dan sonra Nuh ve adamları yeni bitkileri dikiyor. Sıra "asma"nın dikimine gelmiş... Demiş ki Nuh: "Yarım metre derinliğinde bir çukur kazın ve asma tohumunu içine koyun. Üzerine iki kürek toprak attıktan sonra bir kuş kesip kanını akıtın. Üzerine dört kürek toprak daha.. Sonra bir aslan kesin, kanını akıtın. Üzerine dört kürek toprak daha.. Arkasından bir eşek kesip onun da kanını akıtın. Sonra çukuru örtün..." Çevredekiler bir anlam veremedikleri bu "merasim"in nedenini sormuşlar Nuh'a... O da açıklamış: "Bakın, bu ağacın meyvesiyle soyumuz ilerde içki yapacak. İçkiyi içenler ilk başta kuş gibi cıvıldaşacaklar. İçmeye devam edenler aslan gibi kükreyecekler. Durmayı bilmeyenlerse eşekleşecek..."

003. Kaz
Soğuk bir kış günü padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Dolaşırlarken dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup döverek tabaklıyormuş. Padişah yaşlı adamın yanına yanaşmış ve selam vermiş:
P: Selamünaleyküm, ey pirii fani!
A: Aleykümselam, ey serdarı cihan!
P: Altılarda ne yaptın?
A: Altıya altı katmayınca otuz ikiye yetmiyor.
P: Geceleri kalkmadın mı?
A: Kalktık. Lakin, ellere yaradı.
Padişah gülmüş ve konuşmasını sürdürmüş:
P: Bir kaz göndersem yolar mısın?
A: Hem de ciyaklatmadan.
Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş:
P: Ne konuştuğumuzu anladın mı?
V: Hayır, padişahım.
Padişah sinirlenmiş ve vezire çıkışmış: “Nasıl anlamazsın? Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlayamazsan kelleni alırım!..” Korkuya kapılan başvezir padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına geri dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor. Hemen yanına yanaşmış ve sormuş: “Padişahla ne konuştunuz?” Adam, başveziri şöyle bir süzmüş: “Kusura bakma ama bedava söylemem. Ver yüz altın, söyleyeyim.” Başvezir çıkarıp yüz altın vermiş ve sormayı sürdürmüş: “Sen padişahı ‘serdarı cihan’ diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu?” Adam “Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.” demiş. Vezir şaşkın şaşkın kafasını kaşımış ve devam etmiş: “Peki, ‘altıya altı katmayınca otuz ikiye yetmiyor’ ne demek?” Adam buna yanıt vermek için de yüz altın istemiş. Başvezir çıkarıp altınları vermiş; yaşlı adam da yanıtlamış: “Padişah, ‘altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki kış günü çalışıyorsun?’ diye sordu. Ben de ‘yalnızca altı ay yaz değil altı ay da kış çalışmazsak yemek bulamıyoruz’ dedim.” Vezir hala şaşkın bir halde bir soru daha sormuş: “Peki, ‘geceleri kalkmadın mı?’ ne demek?” Yaşlı adam bu soru için de yüz altın almış: "Padişah ‘çocukların yok mu’ diye sordu. Ben de ‘var ama hepsi kız. Evlendiler; başkasına yaradılar’ dedim.” Vezirin kafası iyice karışmış ama sormayı sürdürmüş: “Bir de ‘kaz gönderirsem yolar mısın’ dedi. O ne demek?” Adam gülmüş: “Onu da sen bul!..”

004. Adab
Padişah tedbili kıyafet gezerken çok güzel bir çingene kızına vurulmuş. Sarayda anlatmış. Vezirlerden biri kızı istemeye talip olmuş. Almış adamlarını kız istemeye gitmiş vezir. Kızın babası “Benim padişaha verilecek kızım yok” deyip tersyüz etmiş heyeti. Bu kez başvezir talip olmuş kız isteme işine. Aynı olay tekrarlanmış, süklüm püklüm dönmüş heyet saraya. Bu kez padişahın lalası kız istemeye talip olmuş. Padişah itiraz etse de almış adamlarını, gitmiş kızın evine. Adamlar girişmişler kızın babasına, allah ne verdiyse bir temiz dayak çekmişler. Adam “Aman lala paşam, ne olur vurma!..” Lala “Sen kim oluyorsun da padişaha kız vermiyorsun?” Adam “Aman lala paşam... Böyle usulune göre isteyen oldu da vermedik mi?..” (Fikret Bila)

005. Renk
Osmanlı donanmasıyla Venedik donanması arasında savaş çıkmış. Venedik donanmasının komutanı Andrea Doria imiş. Gözcü osmanı donanmasının yaklaştığını fark edince hemen Andrea Doria'ya haber vermiş: “Osmanlı yaklaşıyoor.” Andrea Doria sormuş: “Kaç gemi var?” Gözcü: “10-20 kadar.” Komutan hemen emir erini çağırmış: “Oğlum bana hemen kırmızı gömleğimi getir.” Emir eri: “Niçin komutanım?” Andrea Doria: “Savaşırken yaralanacağız. Kan izi belli olmasın ve de askerlerin cesareti kırılmasın diye..” Bu arada gözcüden yine ses gelmiş: “Efendim 50 kadar oldular!..” Andrea Doria heyecanlanmış ve emir erine tekrar seslenmiş: “Gömleği boşver. Sen bana kahverengi pantolonumu getir!..”

006. Namık Kemal ile papaz
Namık Kemal bir arkadaşıyla parkta oturuyordu. Tam sohbeti koyulaştırmışlardı ki karşıdan bir papaz geldi. Sakalı da beline kadar sarkıyordu. Arkadaşı: "Bırak atıp tutmayı şair. Bu papazın sakalını kestirebilir misin?" dedi. "Kestiririm" Namık Kemal; papaza yaklaştı. "Afedersiniz papaz efendi. Sana bir soru soracağım. Yanıtını yarın verirsin..." dedi. Papaz "Sor bakalım" deyince Namık Kemal; "Yattığında sakalını yorganın altına mı koyarsın üstüne mi?" Papaz her zamanki gibi evine gitti. Gece oldu. Yattı. Sakalını yorganının üstüne koydu olmadı. Altına koydu, yine olmadı. Gece gözüne bir türlü uyku girmedi. Sonunda dayanamadı. Gece kalktı. Sakalını kesti. Ertesi gün papazı kiliseye giderken gören Namık Kemal, arkadaşına:
- Gördün mü?
- Görmesine gördüm. Senden korkulur valla!..
- Neden korkulur?
- Bereket versin papazın yalnızca sakalını kestirmek için iddiaya girmiştik. Ya başka yerini kestirmek için iddiaya girseydik!.. (Mustafa Gökçeoğlu)

007. “Çıkmaz oldu aylıklar”
Abdülhamit döneminde Kıbrıs'ta halk angarya çalıştırılır gibi ücretleri ödenmezmiş. Parasızlık halkın canına tak etmiş. İçlerinden biri arkadaşlarına: "Çoluk çocuğumuza ekmek alacak paramız yok. Abdülhamit'in de bize ödeyeceği yok. Padişahın hakkından Namık Kemal gelir. Durumu ona söyleyelim." demiş. Bulmuşlar Namık Kemal'i. Demişler: "Bir senedir çalışırız. Ne para aldık, ne de pul. Açlıktan ağzımız kokmaya başladı.” Namık Kemal: "Tamam. Şimdi size bir destan yazacağım. Gidip yatak odasının karşısına asacaksınız. Yatmaya giderken görecek." demiş. Namık Kemal almış eline kalemi. Yazmış: "Az mı hizmet ettik olsun bize yazıklar. Sultan Hamit'in canı gibi çıkmaz oldu aylıklar!.." Abdülhamit yazıyı okumuş. Yazanı anlamış. Askerlerine: "Bana çabuk Namık Kemal'i bulup getirin!.." demiş. Namık Kemal durumun böyle olacağını anladığından gemiye binmiş. Başka ülkeye kaçmış. Abdülhamit askerlerine emretmiş. İşçilerine olan borcunu onluğuna kuruşuna kadar ödemiş. O tarihten sonra işçiler ücretlerini günü gününe almışlar. (Mustafa Gökçeoğlu)

008. Mehter takımı
Bir gün cennetin kapıları şiddetle vurulmuş. İçeriden seslenmişler: “Kim o?” Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz!..” İçeriden “Hoşgeldiniz” diyerek kapılar ardına kadar açılmış ve yiğitleri buyur etmişler. Her şey çok güzel gidiyormuş. Ta ki, 40 yıl geçinceye kadar. Bir gün kapılar yine şiddetle çalınmış içeriden sormuslar: “Kim o?” Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz!” İçeriden “Hadi len! Onlar 40 yıl önce geldi! Siz kimsiniz?” Dışarıdan yine ses gelmiş: “Biz mehter takımıyız ancak geldik!..” (Cenk Mutlu)

009. Elazığ’dan...
İkinci Dünya Savaşı zamanında ünlü bir Berber Bekir vardır Elazığ’da. Durmadan yazıyor, ama çok kabiliyetli ve kıvrak zekalı. “Bizim astsubayı sabunlidim (Traş sabunu sürüyor.). Bahtım bir uçak sesi! Astsubaya dedim, ‘komutanım sen burada iki dakika bekle, ben gelim.’ Bisiklete atlayıp uçağın peşine düşüyor son sürat... “Uçak gidi, ben gidim, uçak gidi, ben gidim, uçak gidi, ben gidim! Yahaladım!” Beylik tabancasını çıkartıp bir el ateş ediyor. Sonra uçağın uçuş halini, seyrini tarif ediyor kollarıyla; dirseklerini beline yapıştırıp kollarını kanat gibi açıyor; “Uçak, bele ettiii, bele etttiii...” (Kendisi kanatlarını açıp sağa sola yatarken “uçak böyle yaptııı, böyle yaptııı” şeklinde uçağın nasıl yalpaladığını anlatıyor. “Pilot camı indirdiiii!, Aşağı baktı, baan gavurca birşeyler söyledi ama ben anlamadım, bizde yalan yoook! Ben de gidip astsubaya tercüme ettirdim. Astsubay dedi; ‘Anan avradın berber Bekir! Ahan düşim!..’”

010. Algılama
Birkaç yüzyıl önce Papa bütün yahudilerin Roma'yı terketmeleri gerektiğine karar verir. Doğal olarak yahudi toplumundan büyük bir tepki gelir. Bunun üzerine, Papa ile yahudi toplumunun önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerir. Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gidecekler. Yahudiler çaresiz kabul eder ve temsilci olarak Moiz'i seçerler. Ancak Moiz'in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakere de konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılmasını teklif ederler. Papa kabul eder. Müzakere günü geldiğinde iki taraf yerlerini alırlar ve karşılıklı olarak bir süre bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak 3 parmağını gösterir. Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır. Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir. Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir. Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca Moiz de bir elma çıkartır. Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak "Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilirler..." der. Müzakere sonrasında Papa'nın etrafına toplanan kardinaller Papa'ya ne olduğunu sorduklarında Papa; “Ben önce 3 parmağı gösterip Kutsal Üçlü’yü işaret ettim. Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip ‘Her iki dinin de tek tanrıyı tanıdığını’ söyledi. Ben parmaklarımı başımın etrafında çevirerek tanrının bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde o da oturduğu yeri işaret ederek ‘tanrının onların durduğu yerde de olduğunu’ işaret etti. Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp tanrının bizim günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğim zaman da hemen bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı. Herifin her şeye bir cevabı var. Ne yapabilirdim ki?" Aynı sırada Yahudi cemaati de Moiz'in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyordu. Moiz; "Önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terketmemizi istedi. Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim. Sonra bütün şehrin Yahudiler’den temizleneceğini söyledi. Ben de, hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim" "Sonra ne oldu?" diye kalabalık heyecanla sormuş. "Valla, sonrasını ben de pek anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım. Hepsi bu!.." (Firdevs Tütüncü)

011. İmam
Zamanın birinde Erzurum’dan bir grup insan Hacca gitmek için yola çıkmışlar. Van’a gelmişler. Van’ın bir köyünde konaklamaya karar vermişler. O köyün de imamı yokmuş. Köylüler aralarında konuşmuşlar ve Erzurum’dan çıkıp hacca giden bu topluluktan birini imam yapmaya karar vermişler. Hem Erzurumlu, hem de hacca gidiyorlarsa boş insan değillerdir diye düşünmüşler. Nitekim tekliflerini içlerinden birisi kabul etmiş. Her yıl 400 koyun verilecekmiş imama. Adam hacca gitip masraf yapacağıma burda kalıp yalandan imamlık yapar ve her yıl 400 koyun sahibi olurum diyerek işe başlamış. Köylü camide toplanmış namaz kılınacak. Sayın imam başlamış namazı kıldırmaya. “Erzurumdan çıktım yola. Van’da verdim mola. 400 koyun verdiler bana. Allahuekber.” Bu günlerce aynı biçimde devam etmiş. Köylü bu işe biraz şaşırmış ve konuşmuşlar aralarında. “Ya... Daha önceki imam mı yanlış kıldırıyordu, yeni imam mı? Bunu gidip Müftü’ye soralım” demişler. Sayın müftü meşhur Oflu Hoca. Müftü’ye gelen halk herşeyi anlatmış. Müftü köylüye dönerek “Siz şimdi hiç imama çaktırmadan köyünüze dönün ve namaz vakti camide toplanın. Ben de namaza geleceğim...” demiş. Herkes köyüne dönmüş ve namaz vakti camide toplanmış. Tabi ki Sayın Müftü de camide. İmam namazı kıldırmaya başlamış. Birinci rekat: “Erzurum’dan çıktım yola. Van’da verdim mola. 400 koyun verdiler bana. Allahuekber.” Bu sırada arkadan “Öhö... Öhö...” diye bir ses gelir. İmam yakalandım herhalde diye korkmaya başlar. İkinci rekatta bu sefer “Erzurum’dan çıktım yola. Van’da verdim mola. 400 koyun verdiler bana. Yarısı sana, yarısı bana. Allahüekber” diyerek sözlerini değiştirir. Namaz bitince köylü Müftü’ye dönerek “İmam efendi namazı doğru kıldırıyor mu?” diye sorar. Müftü: “Haçan birinci rekatta biraz şaşırdı ama ikinci rekatta işi düzeltti!..”

012. Kral, müneccim ve eşek
Eski çağlarda bir kral, hava durumunu öğrenmek amacıyla bir müneccim tutmuştu. Kral, günün birinde balığa çıkmaya karar verdi. Balık tutmak için en uygun yer, sevgilisinin oturduğu evin önündeki göl kenarıydı. Kral, sevgilisine güzel görünmek için yeni elbisesini giymek istiyordu. Ancak, yağmur yağar da elbise bozulur diye düşündü ve müneccime hava durumunu sordu. Müneccim: "Hayır, Majeste!" dedi. "Bir damla yağmur yağmayacak; merak etmeyin." Kral, içi rahat olarak giyindi ve yola çıktı. Bir süre sonra karşısına bir köylü çıktı. Yanında eşeği yürüyordu. Köylü, krala selam vererek: "Aman majeste!" dedi. "Güzel elbisenizin bozulmasını istemiyorsanız, hemen saraya dönün. Çünkü müthiş bir sağanak yağmur geliyor." Kral: "Nasıl olur? Az önce müneccime sordum. Bir damla yağmur yağmayacağını söyledi" dedi." Bu iş için keselerle altın verdiğim adama mı inanırım, yoksa sana mı?" Kral yoluna devam etti. Fakat çok geçmeden köylünün dediği çıktı. Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Zavallı kral sırılsıklam olmuştu. Onun bu halini gören sevgilisi de kahkahayla güldü. Kral, saraya döner dönmez ilk olarak müneccimi kovdu, sonra da köylüyü bulup getirmeleri için emir verdi. Köylü gelince, kral onu müneccimbaşı tayin ettiğini söyledi. Fakat köylü boynunu bükerek: "Ben müneccim değilim Efendimiz" dedi. "Yağmur yağacağı zaman eşeğim kulaklarını indirir. Bu sefer de o kadar indirmişti ki, yağmurun sağanak halinde yağacağını anladım."

013. Susmak
Bir padişah oğlunu alim bir hocanın talim ve terbiyesine verir. Çocuk çok iyi yetişir. Bir gün, hocası "Oğlum seni istediğim gibi yetiştirdim. Artık gidiyorum. Sana edeceğim şu nasihatı tutabilirsen, hayatta daima rahat edersin. Mümkün olduğu kadar az konuş, gereksiz lafa girme, sorulmayan şeye cevap verme!" der. Çocuk hocasının bu önerisi üzerine hiç konusmamayı tercih eder, o günden itibaren konuşmaz. Şehzade dilsiz oldu diye etrafa haber yayılır. Padişah oğlunun bu halinden çok endişelenir. Her çareye başvurulur. Hekimler, hocalar gelir, fayda vermez. Bir gün babası bir av partisine oğlunu götürür. Avda gezerken ormandan bir sülün öter. "Susun şurada sülün ötüyor..." derler. Gidip ormanı araştırırlar, sülün uçar, vururlar. Biraz sonra bir dağın kuytusundan bir karaca bağırır. "Karaca bağırıyor! Karaca bağırıyor..." derler, köpekleri salıverirler. Karaca fırlar, onu da vururlar. Şehzade bunları görünce kendini tutamayarak "Yarabbi şükür!" der. Etrafındakiler "Şehzade konuştu! Şehzade konuştu! Padişahımıza haber verelim!.." diye bağırmaya başlarlar. Padişah haberi alınca, oğlunu çağırır. "Evladım, sen konuşmuşsun öyle mi?" Çocukta ses yok. "Aman oğlum ‘Yarabbi şükür’ demişsin. Yanındakiler hep duymuşlar." Çocukta yine ses yok. Padişah kızgın "Yıkın şu hayırsızı şuraya, çevirin şunun sırtını" deyip çocuğu yere yıktıktan sonra arkasına basar sopayı. Çocuk dayanamayacak hale gelince "Aman babacığım, yeter artık!" diye bağırmaya başlar. Padişah "Niçin bize bu azabı reva gördün? Yalandan dilsiz olmanda ne fayda vardı?" diye sorar. Çocuk cevap verir: "Babacığım bak, avda gezerken bir sülün öttü. ‘Burada sülün var’ dediler, uçurup vurdular. Sonra ‘bir karaca var’ diye köpeklere çıkartılıp öldürdüler. Susacağıma içimden gelerek bir kere şükretmek gafletinde bulundum. Bir araba dayak yedim. Susmak mı yoksa konuşmak mı gerek, siz söyleyin!.." (Hıncal Uluç)

014. Namaz
Anadolu’da ermişlik mertebesine ulaşmış dervişlerden biri her zaman ki yolculuklardan birine çıkmış. Hikaye bu ya, suların üzerinde de yürüyebiliyormuş. Yolda giderken bir çobana rastlamış. Çoban küçük bir yamaca çıkıp kendini aşağı yuvarlıyor, toz toprak içinde aşağı inince, yine yukarı çıkıp kendini aşağıya bırakıyormuş. Yanına gitmiş, “Çocuğum ne yapıyorsun? Kendini paralıyorsun böyle?”‘demiş. “Namaz kılıyorum amca...” demiş çoban. “Namaz böyle kılınmaz!” demiş derviş kızgınlıkla. “Bana böyle öğrettiler...” demiş çoban. Derviş çobanı yanına almış. Ona sabırla ve tek tek bütün kaideleri anlatmış. Çobanın anladığından emin olunca ayrılmış çobanın yanından. Derenin yanına gelmiş, hiç duraksamadan karşıya yürümüş. Suyun üzerinde giderken birden arkasında bir ses duymuş; “Amca, amca sonunda ne yapacaktık” diye suyun üzerinde koşa koşa geliyor. Derviş çobana hayretle bakmış ve bağırmış; “Bildiğin gibi kıl, bildiğin gibi kıl!..”

015. Yalan
Padişahın biri, “Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim!'' demiş. Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana;
- Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü.
- Bunun neresi yalan?.. Kuş kartaldır, arslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabii!..
-Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!..
- Ülkenin kralı, pencereden bakınırken taçını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!..
- Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!
- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.
Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş. Bir gün keloğlan gelmiş;
- Sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!..

016. Günah/sevap
Suudi Arabistan'da bir köyün hırsızı varmış... Koyunları çalıyor, kesiyor, etini fakir fukaraya dağıtıyormuş. Hem suç işliyor, hem de köyün en hayırsever delikanlısı olarak tanınıyormuş. Bir gün sormuşlar:
- Yahu ne yapar ne edersin? Senin derdin nedir? Maksadın nedir?
- Gayet basit... Koyun çalıp günaha giriyorum. Etlerini dağıtıp sevaba giriyorum. Sevaplar günahları götürüyor. Koyunların postlarıyla kelleleri helalinden bana kalıyor. Onları satıp paşa paşa geçiniyorum...

017. Olasılık
2. Dünya savaşında 2 yahudi almanlara esir olmuş. Bunlardan biri diğerine kendilerine ne yapacaklarını sorar. O da başlar anlatmaya "2 ihtimal var: ya bizi öldürürler ya da esir kampına yollarlar. Öldürürseler sorun yok kampa gidersek 2 ihtimal var: ya kurşuna diziliriz ya da gaz odasında öldürülürüz. Kurşuna dizilirsek sorun yok gaz odasına gidersek 2 ihtimal var: bizden ya sabun yaparlar yada kağıt. Sabun yaparlarsa sorun yok kağıt yaparsalar 2 ihtimal var: ya gazete kağıdı oluruz ya da tuvalet kağıdı. Gazete kağıdı olursak sorun yok tuvalet kağıdı olursak... İşte o zaman boku yedik".

018. Asena
Türkleri Ergenokon’dan çıkaran dişi kurt, büyük yürüyüş başlamadan boyun başına sorar; “Peki ama benim bu iştin çıkarım ne olacak?” Boy başı; “Efsane olacan, daha ne!.. (Mehmet Aslan)

019. Yangın
Vezir koşarak padişahın yanına gelmiş “Sultanım, Adana yanıyor!” Padişan omuzlarını silkmiş “Boşver, kendi kendine söner.” Ertesi gün vezir “Sultanım, Konya yanıyor!” Padişahtan aynı tepki. Üçüncü gün vezir “Sultanım, çorum yanıyor!” Padişah telaşlanmış; “Hemen söndürün!” emrini vermiş. Vezir bu tepki farklılığını sorunca da “Çabuk söndürün, memlekete dağılmasınlar!..” (Gökhan Uyal)

020. Pay
Doktoru Neyzen’e içkiyi kesin olarak yasaklamıştı ve birgün yolda karşılaştıklarında elindeki içki şişesini görünce kızdı;
- Ben sana içkiyi yasaklamıştım; sen elinde içki şişesi ile nereye gidiyorsun?
- Arkadaşıma içki içmeye gidiyorum.
- O zaman sana ait olan kısmı yere dök ve öyle git.
- Dökemem benim payım altta duruyor.” (Bora Çıracı)

021. Havlu
Yakın arkadaşı Mehmet Akif, Neyzen’in ziyaretine gelmişti. Lavaboda ellerini yıkadı ve Neyzen’in uzattığı pis havluyu görünce “Teşekkür ederim, ellerimi yeni yıkadım.” dedi.

022. Einstein
Einstein bir toplantıda izafiyet teorisini anlatmaktadır. Konferansa katılanlardan biri; “Anlayışım ve mantığım görmediğim şeyleri asla kabul etmez!” der. Einstein adama dönüp; ”Siz de anlayış ve mantığınızı şu masaya koyun da onlara sahip misiniz, değil misiniz görelim!..” der. (Selcen Eren)

023. Tembelhane
Vakti zamanında padişah bir tembelhane yaptırmış. Ülkedeki tembeller burada yedirilip içirilip, bakılırmış. Tembelhane dolunca padişah bir tane daha yaptırmış fakat ikincisine de talep fazla olmuş. bunun üzerine vezirin aklına sahici tembellerle, yalancıları ayırmak için bir yöntem gelmiş: Tembelhanede yangın çıkarmışlar. Yalancı tembeller kaçışıp yangın ilerleyince içeri girmişler. İki tembel ellerinde sigaraları yatıyormuş. “Ne yapıyorsunuz burada?” Tembellerden bir tanesi cevap vermiş: “Sigaramı yakacağım da, ateşin bu tarafa gelmesini bekliyorum!..” (“cuore”/EkşiSözlük)

024. Boşuna
Şaire, bir dostunun sağda solda "Ben hiç şair tanımadım, hiç şiir okumadım!" dediğini yetiştirmişler: "Eyvah!" demiş: "... desenize bizim bugüne kadar imzalayıp kendisine verdiğimiz kitaplar boşa gitmiş!.."

025. Hizmet
Müridlerden biri, şeyhine gelip rica etmiş: "Benim oğlumu iftira yüzünden hapse attılar, yardım et de kurtulsun!" Şeyh başını sallamış: "Biz dünya ile ilgili işlere karışmayız!" Müridi, öbür dünyayı garantiye almak istemiş: "Bari öbür dünyada bize yardım et, ahirette bizi yalnız bırakma!" Şeyh; "Allahın işine karışmak benim ne haddime?" Mürid dayanamamış: "Be adam, bu dünyada yardım etmiyorsun, o dünyada etmiyorsun, peki, o halde biz sana niye eşekler gibi hizmet edelim?.."

026. Küp
Efendim öküzün birisi köyde kafasını küpe sokmuş, çıkartamıyormuş. Köylü ne yapacağını şaşırmış. Köyün en akıllısı mehmet ağa'yı imdada çağırmışlar: - öküzü boynundan kesin, demiş mehmet ağa... Kesmişler. Kafa küpün dibine düşmüş. - şimdi küpü kırıp kafayı çıkarın, demiş.. Çıkarmışlar...

027. Mehter takımının tarihçesi
Osmanlı’da yeniçerilerin savaşta giydikleri ve kendilerini uzun, heybetli gösteren başlıklara ‘pust’ denirmiş ve bu pustlar Bursa civarında yapılırmış. Bir gün bir sefer için 20 bin pusta ihtiyaç olmuş. Hemen Bursa’ya haber gönderilmiş. Fakat ‘pust” lafı Bursa’ya ulaşana kadar, ‘puşt’a dönüşmüş. Bursa’daki komutan “Ulan ben bu kadar puştu nereden bulacağım?” derken, ne yapıp edilip 20 bin puşt bir araya getirilip, İstanbul’a doğru yola çıkarılmış. Tabii bu haber İstanbul’a; “Bursa da isyan çıktı, 20 bin asker İstanbul’a doğru geliyor!” diye ulaşmış. Hemen yeniçeriler hazırlanmış ve bu puştların üzerine yürümüş. Yolda karşılaşmışlar, yanlış anlaşılma olduğu öğrenilince herkes bir ohh çekmiş. Yeniçerilerin kumandanı; “Madem buraya kadar geldiniz, takılın peşimize, İstanbul’a gidelim. Oradan da sefere çıkarız...” demiş. Yeniçeriler önde, puştlar arkalarında yola koyulmuşlar. Ancak yeniçeriler durumdan rahatsız olduklarından, her iki adımda dönüp arkaya bakmaya başlamışlar. İşte mehteran takımının iki ileri, bir geri yürüyüş tarzı buradan gelmektedir...

028. Atası, babası
Fransız romancı Paul Bourget, Mark Twain’e
- Bence, bir Amerikalı’nın canı sıkılınca, zaman geçirmek için atalarını bulmaya çalışsın, yeter... Tabi büyükbabasından öteye gidebilirse!
Mark Twain hemen yanıtlamış;
- Bir Fransız da, canı sıkıldığında babasının kim olduğunu araştırsın... Tabi bulabilirse!.. (Erendiz Kasnak/3000 Fıkra)

029. Trajedi örneği
Winston Peters bir okulu ziyaret eder. Girdiği sınıfların birisinde çocuklardan kendisine bir "trajedi" örneği vermelerini ister. Küçük bir oğlan söz ister ve "Eğer en yakın arkadaşım sokakta oynarken bir araba gelip onu ezerse bu bir trajedi olur." der. "Hayır..." der Peters, "... bu olsa olsa bir kaza olur." Bir diğer kız çocuğu söz alır ve "50 tane öğrenciyi taşıyan bir okul otobüsü eğer bir uçurumdan yuvarlanırsa ve çocukların ellisi de ölürse bu bir trajedi olur." Peters bu yanıtı da kabul etmez, "Bu büyük bir kayıp olur." der. Sınıfta bir sessizlik olur ta ki ön sırada oturan bir çocuk söz alana kadar. Çocuk "Eğer sizi taşıyan uçak bir bombayla düşürülürse bu bir trajedi olur." der. "Harika..." der Peters, "... şimdi bir de bunun neden trajedi sayılacağını bana söyler misin?" Çocuk, "Çünkü..." der, "... bu bir kaza değildir ve kesinlikle büyük bir kayıp olmayacaktır!.."

030. İntihar dalışı
Boston’dan bir barmenin CIA’ya verdiği ifade şu şekildedir: “10 Eylül akşamı United Airlines ve American Airlines pilotları sabaha kadar çok aşırı içtiler. İçlerinden biri: ‘Ben Boeing767 ile World Trade Center’in ikiz kulelerinin arasından geçerim’ dedi. Bunun üzerine diğeri: ‘Sen geçersen ben gözlerim kapalı geçerim’ dedi. Üçüncü: ‘Ulan siz oradan geçin, ben de Pentagon’un ortasına inmessem bıyığımı keseceğim’ diyerek bardan ayrıldılar. Dördüncü, yürüyemeyecek kadar sarhoştu. O da zaten açık araziye düştü!..”

031. Evreka
Arşimed hamamda, tasın suyun üzerinde duruşundan ilham alıyor ve o anda üzerinde uğraştığı problemin çözümünü buluyor... Tası eline alıp peştemalla fırlıyor sokağa ve bağırıyor; “Evreka! Evreka! (Buldum)” Hamamcı Arşimed’in peşinden fırlıyor ve bağırıyor; “Ner’den buldun bee!.. O bizim hamamın tası!..”

032. Karakuş Hakim
Kentin kadısı olan Karakuş Hakim, fırının önünden geçerken mis gibi bir koku duymuş. Hemen sormuş fırıncıya:
- Ne var fırında?
- Kaz kızartması efendim, bir müşteri getirdi.
- Pişince bizim eve gönder kaz kızartmasını...
- Aman yapmayın efendim; belalı bir adamdır sahibi, başım derde girer...
- Uzun etme ulan. Sonunda bana gelecek değil misiniz? Sen gönder kazı pişince, eve...
- Sahibi gelince ne diyeyim peki?
- Uçtu, dersin.
Karakuş Hakim, mahkemesinin yolunu tutmuş. Fırıncı da pişen kazı, Karakuş Hakim’in evine göndermiş. Az sonra kazı almaya gelmiş belalı müşteri: “Bizim kaz nerede?” Fırıncı: “Sizin kaz, uçtu efendim” demiş. “Ne?.. Kesilip yolunup temizlemiş kaz, uçar mı ulan pezevenk?” Ve bir gözü de kör olan belalı müşteri, çektiği gibi palasını, fırıncının üstüne yürümüş. Fırıncı, kapıdan fırlayıp kaçmaya başlamış. Belalı da, palasıyla peşinden: “Vay kazım, vay kazım” diye bağıra bağıra... Fırıncı can havliyle bir evin bahçesine dalmış. Bahçede hamile genç bir kadın çamaşır yıkıyormuş. Fırıncıyla, peşindeki palalıyı görünce, düşüp bayılmış, çocuğunu düşürmüş. Bu kez de kızın babası takılmış, belalının arkasından fırıncının peşine: “Vay kızım, vay kızım!” diye... Fırıncı, Karakuş Hakim’in mahkemesine doğru koşuyormuş. Peşinde de, elinde palasıyla “Vay kazım, vay kazım!” diye kendisini kovalayan, bir gözü kör bir belalı; onun da peşinde “Vay kızım, vay kızım!” diye koşan bir baba... O sırada yoldan geçen bir adamın gözüne girip, gözünü çıkarmış belalının palası... Gözü çıkan adam da katılmış fırıncının peşindeki kafileye “Vay gözüm, vay gözüm!” diyerek... Fırıncı nefes nefese Karakuş Hakim’in karşısına çıkmış. Peşinden de, eli palalı belalı, öfkeli yaşlı baba ve gözü çıkmış adam... Karakuş Hakim: “Durun bakalım, demiş, anlatın mesele nedir?” Belalı, başlamış anlatmaya: “Ben kızartması için yolunmuş bir kaz getirdim fırıncıya; almaya gittiğimde, bana ‘kaz uçtu’ dedi... Karakuş Hakim: “Hemen kara kaplı kitaba bakalım” demiş. Ve yanındaki kara kaplı kitabın sayfalarını çevirdikten sonra: “Bak..” demiş, “... kara kaplı kitap ne yazıyor, ‘kaz, uçan bir hayvandır’ diye yazıyor. Demek ki, uçabilir kaz. Sen çekil bakayım kenara...” Ve yaşlı adama dönmüş: “Senin derdin ne?” “Efendim hamile kızım bahçede çamaşır yıkıyordu; bu adamlar girdiler bahçeye; kızım korkup bayıldı, çocuğunu düşürdü...”
- Kaç aylık hamileydi kızın?
- Üç aylık...
- Kısasa kısas... Sen şimdi kızını fırıncıya ver. Onu gebe bıraksın. Çocuk üç aylık oluncaya kadar da kendisine bakıp, sonra geri versin sana...” Yaşlı adam: “Vazgeçtim davamdan!” demiş. Sıra palayla bir gözü çıkan adama gelmiş. O da anlatmış olup biteni. Karakuş Hakim: “Evet, demiş. Kısasa kısas. Sen de palalı adamın bir gözünü çıkaracaksın. Ancak onun zaten bir gözü kör. O nedenle de, o senin bir gözünü daha çıkarsın; sen de onun bir gözünü çıkar, olup bitsin...” Gözü çıkan adam da, geri almış davasını...

033. Keşiş
Bir keşiş dünyanın en akıllı adamını bulmak için diyar diyar geziyormuş. Sıra Nasreddin Hoca’nın köyüne gelmiş ve köylülere sormuş. “Sizin köyün en akıllı adamı kim?” Köylüler de: “Nasreddin Hoca” demiş. Bunun üzerine keşiş köy meydanında hoca ile görüşmeye başlamış. Eline bir çomak almış, yere bir daire çizmiş. Nasreddin Hoca da çomakla daireyi ortadan ikiye bölmüş. Keşiş bir doğru daha çizerek daireyi dörde bölmüş. Hoca da dörde bölünmüş dairenin üç dilimine çarpı işareti koymuş. Keşiş elleriyle aşağıdan yukarıya doğru hareket yapmış, hoca da yukarıdan aşağıya yapmış. Keşiş büyük bir hayranlıkla hocayı tebrik etmiş. Olup bitenden bir şey anlamayan halk keşişe ne olduğunu sormuş. Keşiş de: “Bu adam gerçekten dünyanın en akıllı adamı. Yere dünya çizdim, o ‘ortadan ekvator geçer ‘dedi. Ben dünyayı dörde böldüm, o da ‘dörtte üçü sudur’ dedi. Ben yerden buharlaşma sonucunda ne olur dedim, o da ‘yağmur yağar’ dedi.” Bu sefer hocaya neler olduğunu sorar halk. Hoca da: “Bu adam oburun biri. Yere bir tepsi baklava çizdi, ben de ‘yarısı benim’ dedim. Daha sonra tepsiyi dörde böldü, o zaman ‘dörtte üçü benim’ dedim. O da tepsi altından ateşi hafif hafif almalı dedi, ben de ‘üstüne fındık fıstık ekersek daha iyi olur’ dedim.”

034. Geyik parkı
İsveçli kamyoncu Long’un yolu Arabistan çöllerine düşer. Sıcak bir çöl akşamında bunalmış bir halde kamyonuyla dolaşırken şeyhin kızını görür. Kız kara kocaman gözleri, bembeyaz teniyle, berrak bir su gibi Long’un karşısında durmakta, davetkar bir gülümseme ile gözlerinin içine bakmaktadır. Yalnız bir sorun vardır. Kız Bedevi Şeyhi Gaffur’un dillere destan güzellikteki kızı Hicle’dir. Vuslat, arzu ve ihtirastan öte yürek ve büzük de istemektedir. Gaffur bu işe şiddetle karşıdır. İki sevgili kavilleşip ayrılırlar. Hicle babasını ikna edebileceğini düşünmektedir. Oysa çok yanılmaktadır. Kızının kalbinde yanan sevda ateşinin sönmeyeceğine kanaat getiren Gaffur kızını öldürür. Uzaklarda da olsa bunu haber alan Long da kendini öldürür. İki sevgili mahşerde buluşurlar. Bu olay kamyoncular arasında bir efsane gibi dilden dile dolaşır ve bütün kamyonların arkasında şu yazıyla ölümsüzleşir: “Long Ve Hicle”

035. İçki
4. Murat içki içmeyi yasaklamış. Bektaşi yasaktan kurtulmak için denizde içer gelirmiş. Bir gün 4. Murat ve veziri tedbil-i kıyafet dolaşmaya başlamışlar. Bektaşinin sandalına binmişler. Bektaşi denizde içkisini içerken "Siz de içer misiniz?" diye sormuş. Onlar da "Evet..." deyince birer kadeh vermiş. Padişahla veziri içkiyi içtikten sonra kimliklerini açıklamışlar. Bektaşi demiş ki; "Daha 1 kadeh içtiniz, biriniz 4. Murat'ım diyor, biriniz veziriyim... 2 kadeh içseniz biriniz allah, biriniz peygamberim diyeceksiniz!.." (Ahmet Vural)

036. La havle
Meşhur Cimri Paşa, atlarının arpa yemesi gerektiğini söyleyen seyislerine kızar ve her seferinde "La havle" çekermiş. Bir gün arabasının atları dermansızlıktan yığılıp kalınca, hiddetle sormuş: “Atlarıma ne oldu?..” Seyis cevap vermiş: “Ne olacak efendim, ‘La havle’ yiye yiye ‘Ve la kuvvete’ oldular!..” (Cansu ...)

037. Diyojen
Dünya nimetlerine önem vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir... Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: "Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem" der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: “Ben çekilirim!..” (Cansu ...)

038. Öneri
Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Sheakspeare'e gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur: “Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın!..” (Cansu ...)

039. Servet
Meşhur bir filozofa: “Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?” diye sorulduğunda: “Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan!..” demiş. (Cansu ...)

040. Vergi
Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui'ye: “Majesteleri...” demiş. “Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalağı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder.” Kral, alaylı alaylı gülerek: “Gerçekten ilginç bir fikir...” cevabını vermiş. “Bu buluşunuza karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum!..” (Cansu ...)

041. Kulak
Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile'ye hasımlarınından biri: “Efendim...” demiş. “Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi?” Galile: “Doğru...” demiş. “Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama, seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?..” (Cansu ...)

042. Parmak
Fransız hükümetinden biri Napolyon'un bir savaşını eleştirmeye kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek: “Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini ele geçirmeliydiniz...” gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon: “Evet...” demiş. “Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım.” (Cansu ...)

043. Veteriner
Bir toplantıda bir genç M. Akif’i küçük düşürmek için: “Afedersiniz, siz veteriner misiniz?” demiş. M. Akif hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş: “Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?..”

044. Sır
Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona: “Sen sır saklamayı bilir misin?” diye sormuş. Vezir: “Evet hünkarım, bilirim...” dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış: “Ben de bilirim!..”

045. Ordu
Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla: “300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor!” der. Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der: “Biz de onlara yaklaşıyoruz!..”

046. Şans
Bir filozofa sormuşlar: “Şansa inanır mısınız?” Filozof: “Evet... Yoksa sevmediğim insanların başarısını neyle açıklardım?..”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
єѕαяєт
Müşir
єѕαяєт


Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Burç Burç : Kova
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 302
Doğum tarihi Doğum tarihi : 04/02/96
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 12/10/10
Yaş Yaş : 28
Nerden Nerden : ιѕтαηвυℓ
Meslek Meslek : Öğrenci
Ruh Hali Ruh Hali : Şeytan

::::FıKRaLaR:::: Empty
MesajKonu: Geri: ::::FıKRaLaR::::   ::::FıKRaLaR:::: Icon_minitimeSalı Ekim 26, 2010 3:05 am

Gerçekten güzel fıkralar teşekkür ederim..!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://tarihi.forum.st
ßyVaтaИ
1. Ferik
ßyVaтaИ


Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Burç Burç : Terazi
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 47
Doğum tarihi Doğum tarihi : 05/10/96
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 19/10/10
Yaş Yaş : 27
Nerden Nerden : İstanbul
Meslek Meslek : Öğrenci
Ruh Hali Ruh Hali : Eğlenceli

::::FıKRaLaR:::: Empty
MesajKonu: Geri: ::::FıKRaLaR::::   ::::FıKRaLaR:::: Icon_minitimeSalı Ekim 26, 2010 10:19 pm

önemli değil kardeşim..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
::::FıKRaLaR::::
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Tarihi Eglence :: Fıkralar-
Buraya geçin: