Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
PortalPortal  AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Almanya’da I.Dünya Savaşı’ndan Sonra Yaşanan Krizler: Hiperenflasyon ve İşsizlik

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
єѕαяєт
Müşir
єѕαяєт


Cinsiyet Cinsiyet : Erkek
Burç Burç : Kova
Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 302
Doğum tarihi Doğum tarihi : 04/02/96
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 12/10/10
Yaş Yaş : 28
Nerden Nerden : ιѕтαηвυℓ
Meslek Meslek : Öğrenci
Ruh Hali Ruh Hali : Şeytan

Almanya’da I.Dünya Savaşı’ndan Sonra Yaşanan Krizler: Hiperenflasyon ve İşsizlik   Empty
MesajKonu: Almanya’da I.Dünya Savaşı’ndan Sonra Yaşanan Krizler: Hiperenflasyon ve İşsizlik    Almanya’da I.Dünya Savaşı’ndan Sonra Yaşanan Krizler: Hiperenflasyon ve İşsizlik   Icon_minitimeSalı Ekim 19, 2010 9:37 pm

ALMANYA’DA BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDAN SONRA YAŞANAN KRİZLER: HİPERENFLASYON VE İŞSİZLİK
12.6.2003

Giriş:
Birinci Dünya Savaşı, “bütün savaşlara son verecek bir savaş” sloganıyla başlamıştı. Bir bakıma bu mantıklı bir şeydi çünkü bu savaş sayesinde Almanya, İngiltere, Fransa gibi güçlü ülkelerin sınırları yeniden çizilecek ve gelişimini geç tamamlayan Almanya ve İtalya ihtiyaç duydukları sömürgelere sahip olacaklardı. Bir çok kişi, en geç 1918 Noel’inde savaşın biteceğine inanıyordu, ancak zamanla savaşın daha uzun süreceği belli oldu. 1918 yılında savaş bittiğinde, Almanya kaybeden ülkeler tarafındaydı. İtalya ise kazanan tarafta olmasına rağmen aslında eline pek bir şey geçmemişti. Ancak Almanya için durum daha da vahimdi çünkü savaştan zaferle çıkan İngiltere ve Fransa, Almanya’yı oldukça ağır şartlar içeren Versailles Anlaşmasın’ı imzalamaya zorlamışlardı.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki sürece baktığımızda, Versailles Anlaşması’nın Almanya’nın ve dünyanın geleceğini ne kadar çok etkilediği ortaya çıkmaktadır. Öncelikle Almanya’nın silahlı kuvvetlerinin mevcudu 100.000 kişiye indirilmişti. Ayrıca bu ordunun tank, top, makineli tüfek, uçak gibi ağır ve stratejik silahlara sahip olma hakkı yoktu. Bu sadece Almanya’nın saldırı ve savunma gücünü azaltmıyor aynı zamanda işsiz kalan askerlerin, işsizliği de arttırmasını sağlıyordu. Bunun dışında, Almanya’nın sınırları değiştirilmiş ve bazı toprakları elinden alınmıştı. Bunun ekonomik bir sonucu olarak, Almanya tarım yapılabilir ve değerli madenlere sahip arazisinin bir kısmını ve bu arazide yaşayan halkını, yani iç pazarının bir kısmını, yitirmişti. Anlaşmanın getirdiği bir başka ekonomik yük, savaş zararlarının faturasının Almanya’ya kesilmesiydi. İlk çıkarılan hesap, 269 milyar altın paraydı (Goldmark). Bu Almanya için ödenmesi imkansız bir meblağ idi. İlerleyen yıllarda önce enflasyon, daha sonra da işsizlik ve 1929’daki büyük ekonomik kriz Almanya’nın sosyal, ekonomik ve politik hayatını ve geleceğini belirleyen önemli faktörler oldular. Bu ortam 1933 yılında Nazi Partisi’nin iktidara gelişinde ve 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasında çok önemli bir pay sahibi oldu. Bu açıdan, Almanya’nın 1914-1933 yılları arasındaki ekonomik yaşamı, 20.yüzyıl için önemli bir olaydır demek yanlış olmayacaktır.

Almanya ekonomisinde 1914-1923 yılları arasındaki enflasyon:
Savaş öncesi Almanya’ya baktığımızda her açıdan güçlü bir Almanya görürüz. Endüstri, dünya ticareti, uluslarası finans gibi bir çok alanda diğer devletlerden önde bir çizgi izlemektedir. Savaş öncesi ve savaş sonrası Almanya’yı kıyaslamamız gerekirse, Almanya savaş öncesinde borç veren bir devletken, savaş sonrasında borç alan bir devlet olmaya başlamıştır. Almanya’nın savaş sonrasında ekonomik açıdan yaşadığı problemli dönemin ilk beş yılına damgasını vuran kavram enflasyondur. Kasım 1923’e gelindiğinde, Almanya’da enflasyon benzeri görülmemiş bir şekil almıştı. Öyle ki, insanlar ekmek veya tereyağı gibi basit bir şeyi almak için el arabalarında para taşımak zorunda kalıyorlar ve bu paraları taşıdıkları el arabaları satıcıların gözünde kağıt paradan daha çok değer taşıyordu.

Enflasyon dönemini, üç zaman aralığında inceleyebiliriz.
1) 1914 – 1918
Bu dönem bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı’nın yapıldığı dönemdir. Almanya için enflasyon, savaşla beraber başladı. İngiltere ve Fransa gibi büyük güçlerle yapılacak olan savaşı finanse edebilmek için, Almanya vergileri arttırmak veya ek vergi koymak yerine para basma yolunu seçti. Ağustos 1914 tarihine kadar kağıt para merkez bankasındaki (Reichsbank) altın rezervleriyle destekleniyordu. Bu tarihten itibaren bu uygulama durduruldu. Böylece altın rezervlerinin azalmaması hedefleniyordu. Hatta daha da öteye gidilerek, Alman halkı elindeki altın paraları banknotlarla değiştirmeye teşvik edildi. Böylece Almanya’nın elindeki altın rezervi artacak ve Almanya uluslararası ticaretini sürdürebilecekti. Savaşın ilerleyen yıllarında paranın değeri düşmeye devam etti ve dereceli bir şekilde altın paranın da değeri düşürülerek sonunda tamamen piyasadan kalktı. En çok kullanılan para, kağıt para yani Papiermark oldu.

Bu duruma bakıldığında akla “Almanya’nın başındaki insanlar paranın değerini düşürerek savaşı nereye kadar finanse etmeyi düşündüler?” sorusu geliyor. Almanya savaş sürerken hiçbir zaman savaşı kendi kaynaklarıyla finanse etmeyi düşünmedi. Asıl niyet savaş bittikten sonra savaş zararlarını mağlup olan devletlere ödettirmekti. Tabii bu planın olmazsa olmaz şartı Almanya’nın savaşı kazanmasıydı ancak yapılan hesaplar tutmayınca ilerde görüleceği gibi büyük sorunlar çıktı.

Bu ilk dönemde enflasyon, diğer dönemlere oranla ortalama düzeydeydi. 1918 yılına gelindiğinde piyasadaki kağıt para miktarı 2.6 milyar Mark’dan 22.2 milyar Mark’a yükselmişti. Para arzındaki bu yükseliş, üretimde bir yükseliş olmadığı için fiyatların yükselmesine yol açtı. 1918 yılı tüketici fiyat endeksi, 1914 yılının yaklaşık üç katıydı.

Fiyatlardaki bu değişimin yanısıra, halkın yiyecek gibi temel maddeleri edinmekte zorlanması ve son olarak savaşın olumsuz gidişatı, sosyal huzursuzluğu beraberinde getirdi. Kasım 1918’de donanmada çıkan isyan bütün ülkeye yayıldı ve bunun sonucunda İmparator 2. Wilhelm tahtı bırakarak Almanya’dan kaçtı. Böylece Weimar Cumhuriyeti dönemi başladı. Weimar Cumhuriyeti’nin Versailles Anlaşması’nı imzalaması halkın büyük bir bölümünün antipatisini beraberinde getirdi. Hatta cephedeki askerlerin bir bölümü “arkadan vurulduklarını” düşünüyorlardı. Böylece ekonomik krizden önce siyasi açıdan negatif bir çok faktör hazırdı.

Versailles Anlaşması’nın daha önce de belirtildiği gibi ekonomik açıdan doğrudan veya dolaylı bir çok etkisi vardı. Almanya, savaş öncesindeki topraklarının % 13.05’ini kaybetti. Bu toprağın önemini şu verilerle belirtmek mümkün: Mesela verilen topraklar kömür üretiminin %15.7’sini, demir madenlerinin % 48.2’sini, kurşun madenlerinin % 25.6’sını sağlıyordu. Demir açısından oldukça önemli Lorraine bölgesinin Almanya’nın elinden çıkması demir-çelik endüstrisi için büyük bir darbe oldu. Saar ve Yukarı Silezya bölgelerinin elden çıkması da benzer etkiler yarattı. Ayrıca tarım yapılabilir alanın %15.5’i elden çıktı. Elden çıkan bölgelerdeki nüfusun, toplam nüfusun küçük bir bölümünü oluşturduğu (yaklaşık % 5), buna karşın bu bölgelerdeki madenlerin ve tarıma elverişli toprağın ekonomide önemli bir paya sahip olduğu gerçeği, bu toprakların verilmesinin ekonomiyi nasıl etkilediğini daha iyi göstermektedir. Bütün bunların sonucu olarak Almanya birçok açıdan dış dünyaya bağımlı bir ülke haline gelmişti. Bunun yanında tarım yapılabilir arazinin azalması Almanya’yı endüstriyel hammaddeleri dışardan almaya yöneltti. Almanya ekonomisini savaş sonrasında etkileyen faktörler de doğal olarak bu alanlarla ilgili olacaktı.

Bütün bunlara ek olarak Versailles anlaşması, 269 milyar altın Mark gibi ödenmesi zor bir savaş tazminatı da getirmişti. Bir sene sonra yapılan görüşmelerle bu miktar 132 milyara düşürüldü. Yine de bu ödenmesi neredeyse imkansız bir meblağ idi. Bununla beraber ekonominin özellikle ilerleyen yıllarda daha da kötüleşen durumunun tek etkisi bu tazminattır demek yanlış olur. Zafer kazanan devletlerin istediği bu tazminat ekonomik krizin önemli bir etkenidir ve bu tazminata bağlı olaylar dolaylı olarak ekonominin gidişatını etkilemiştir, ancak bu tazminat tek başına olayların kötü gidişinin sebebi değildir. Hatta daha da ileri gidip, savaş tazminatı ekonomik değil psikolojik bir sorun olmuştur bile denilebilir.

2) 1919-1922:
II.Wilhelm’in Hollanda’ya kaçmasından sonra yapılan Ocak 1919 seçimlerinde, sosyal demokratların önderlik ettiği bir koalisyon hükümeti kuruldu. Hükümetin başına gelen Friedrich Ebert ve koalisyon hükümeti bir çok sorunla baş etmek zorundaydılar. Öncelikle ordunun mevcudu 100.000 kişiye indirildiği için işsiz kalan askerlere bir şekilde iş bulunması gerekiyordu. Bunun dışında hükümetin hedeflediği veya söz verdiği projeler oldukça fazla kaynak gerektiriyordu. Mesela gazilere ve eşleri savaşta öldüğü için dul kalanlara parasal yardım yapmaya söz verilmişti. Yine bürokrasinin iyi bir şekilde işlemesi için yeterli derecede maaş verilmeliydi ancak bu maaşın nasıl finanse edileceği büyük bir soru işaretiydi çünkü yeni hükümetin eski dönemden üstlendiği 175 milyar Mark’lık borç zaten tek başına büyük bir mali yükümlülük getiriyordu. Son olarak yukarda belirtildiği gibi İngiltere ve Fransa tarafından ödenmesi istenen tazminat mali durumu olukça zorlaştırıyordu.

Savaş sonrasında ekonomik sıkıntı yaşayan tek ülke Almanya değildi. İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de ekonomik sıkıntı içindeydiler. Amerika savaş sonrasında ekonomik küçülmeye ve bu yolla fiyatları düşürmeye yöneldi. Almanya ise para basmayı sürdürme yoluna gitti. Başka bir deyişle hükümet altından kalkması zor olan finansal durumunu para basarak çözmeye karar verdi. Bir bakıma bu, Almanya’nın içinde bulunduğu koşullar arasında yapılabilecek en mantıklı şeylerden biriydi. Yeni Alman cumhuriyetinin anayasası demokrasi ilkesine göre hazırlanmıştı. Bunun bir sonucu olarak iktidara gelenler politik ve ekonomik sistemde var olan güç gruplarına karşı bağımlı hale geliyorlardı. Mesela hükümetin sağlıklı bir vergi politikası izlemesi güçtü çünkü SPD (Sosyal Demokrat Alman Partisi) ve işçi sendikaları işçinin gelirini kesen vergilere, sermaye sahipleriyse kendi gelirlerini sınırlayan vergilere karşı çıkıyorlardı. Sonuç olarak herkes kendi kısa vadeli çıkarlarını korumanın peşindeydi ve kimse vergi ödemek istemiyordu. Böylece vergi toplama konusunda etkinliği azalan hükümet için para basmak tek çözüm olmuştu. Kısa vadede bu politika Almanya için oldukça faydalı oldu. Diğer ülkeler ekonomik küçülmeye giderken, Almanya para arzını devamlı arttırarak ekonomide büyümeye gitti. Ancak kısa vadede oldukça başarılı olan bu politika uzun vadede daha büyük bir ekonomik kriz getirecekti.

Alman ekonomisi, sürekli para basarak finanse edildiği için bir süreliğine işsizlik oldukça azaldı. Ülkenin bir çok yerinde yeni fabrikalar açıldı ve yeni zenginler ortaya çıktı. Bununla beraber ülkenin tamamı refah içinde yaşamıyordu. Mesela sabit gelirli kişiler veya paralarını bankaya yatırmış olan kişiler bu dönemde ve özellikle hiperenflasyona girilen son dönemde en çok kaybeden taraflar oldular. Basit bir örnek vermek gerekirse, savaş sırasında, emeklilik döneminde kullanmak için belli bir miktar parayı bankaya yatıran bir kişi 1922 senesine gelindiğinde bu parayla belki bir gazete bile alamıyordu. Genel olarak enflasyon, reel mal varlığı olan kişileri en az; mal varlığını para, bono vs. gibi enflasyon nedeniyle değeri düşen unsurlara yatıran kişileri en çok etkiledi.

Almanya’nın kısa bir dönem için ekonomik refaha ulaştığı bu dönemde Karl Helfferich ve Mathias Erzberger üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Helfferich enflasyonun en önemli sorumlularından biri olarak görülürken Erzberger Almanya ekonomisinin kötü gidişini bir süre için tersine çeviren kişi olarak anılmaktadır. Aralarında bir çekişme hatta düşmanlık olan bu iki kişiden Karl Helfferich, Almanya’nın savaşı para basarak finanse etmesinden yanaydı. Ekonomik açıdan Keynes’le kıyaslanacak derecede iyi bir teorisyen olması, ironik bir şekilde, Alman ekonomisini yönetmekteki başarısızlığının sebebiydi çünkü Helfferich her şeyi teoriye göre yapan, pratik hayattaki gerçeklerle pek ilgilenmeyen bir kişiydi. Matthias Erzberger ekonomik alanda Helfferich gibi önde gelen bir kişi değildi. Versailles Anlaşması’nı imzalayan delegelerden biri olduğu için özellikle milliyetçiler tarafından sevilmeyen birisiydi. Ancak ekonomiyi düzeltme açısında başarılı bir performans göstermişti. Erzberger ilk olarak vergileri yükseltti. Bunu sıkı para politikası izledi. Böylece 1920 yılına gelindiğinde hızlı bir şekilde yükselmekte olan fiyatlar duruldu ve dengeye oturdu. Yaklaşık bir yıl için enflasyon oldukça azaldı. Yine bu dönemde Almanya’nın ekonomik büyümesi başladı. Ancak bunu yaparken Erzberger yoğun baskı altındaydı. Özellikle Helfferich ve enflasyondan kârı olan kişiler Erzberger’in yaptıklarından memnun değildiler. Helfferich, Erzberger’i yolsuzluk yapmakla suçladı ve yargının Erzberger’i suçlu bulması üzerine Erzberger istifa etti. Bunun sonucunda vergiler azaltıldı ve bütçe açığı artmaya başladı. Ayrıca Merkez Bankası yeniden para basmaya başladı. Böylece 1921 yazına gelindiğinde enflasyon yeniden yükselmeye başladı. Almanya, enflasyon deneyiminde artık son dönemece gelmişti.

3) 1922-1923
Bu dönem Almanya’da enflasyonun son dönemidir. Bu dönemde enflasyonun hiperenflasyona dönüştüğünü görüyoruz. Aslında bu anormal bir durum değildi çünkü yukarda da belirtildiği gibi Erzberger’in ekonomi üzerindeki kontrolünün sona ermesinden sonra artık Merkez Bankası’nın devamlı para arzını arttırması önlenemez bir hale geldi. Hiperenflasyonun oluşmasında bunun gibi ekonomik sebeplerin yanı sıra politik sebepler de vardı. Mesela Alman Merkez Bankası (Reicshbank) başkanı Dr. Rudolf Havenstein, sürekli olarak, para arzının ne fiyatları ne de döviz kurlarını etkileyemeceğine dair olan görüşünü savunuyordu. Kendisine göre asıl görevi, ekonomiye olabildiğince fazla para pompalamaktı. Görüldüğü gibi para arzı konusunda doğrudan yetkili bir kişinin para arzını ve dolayısıyla enflasyonu sürekli arttırması, hiperenflasyonu Almanya’nın kaderi haline getirmişti. Ayrıca devamlı ertelenen savaş tazminatı konusu bu dönemde artık ciddi bir problem haline geldi. Almanya’nın bu tazminatı ödememesi üzerine, Fransa Almanya için çok önemli olan Ruhr bölgesini işgal etti. Bu bölge Almanya sanayisi açısından çok önemli bir bölgeydi ve Fransa tarafından işgal edilmesi çok ciddi sorunlar yarattı. Almanya, Fransa’nın bu hareketine karşı pasif direnişe geçmeye karar verdi. Ruhr bölgesindeki işçiler fabrikaların çalışmasını durdurdular. Ayrıca bütün ulaştırma hizmetleri durduruldu. Bunun da ötesinde yerel hükümet görevlileri Fransızlar’la işbirliği içine girmediler. Yerel halk da Fransız askerlerine dükkanLarını kapatınca Ruhr bölgesinde her şey kilitlendi. Fransız işgaline karşı gösterilen bu tepkiyi Almanya para basarak finanse etti. Zaten yoğun bir enflasyon yaşayan Almanya için bu direnişi finanse etmek büyük bir lükstü. Öte yandan Ruhr bölgesindeki hammadelerden yoksun kalan Almanya, hammade ithalatı yapmak zorunda kaldı. Bu durum Alman parasının değerinde düşüşe yol açtı. Aralık 2002 tarihinde 1 Dolar, 7000 Alman Markı’na eşitken işgalin gerçekleştiği Ocak 1923 tarihinde artık 1 Dolar, 50000 Alman Markı’na satılıyordu.

Almanya’nın neredeyse sanayi merkezi olan Ruhr bölgesinin elden çıkmasıyla dış ticaret dengesi iyice bozulmuş, sanayinin aldığı bu darbeyle Alman parasına olan güven iyice azalmıştı. Artık Alman ekonomisi sadece para basılarak devam ettiriliyordu. Paraya olan güvenin azalmasıyla fiyatların artışı hızlandı. Tarımla geçimini sağlayan kişilerden esnafa kadar herkes, kağıt paraya karşılık mallarını satmaktan kaçıyordu. Bu durum temel gıda maddelerinin sağlanmasında zorluklar çıkardı. Öte yandan Fransız hükümeti de Ruhr’daki pasif direniş sona ermediği sürece savaş tazminatı konusunda bir anlaşmaya varamayacaklarını bildirince sürdürülen ekonomi politikasının faydasız olacağı ortaya çıktı. Bunun üzerine Cuno hükümeti istifa etti ve Dr. Stresemann önderliğinde yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümet öncelikle Ruhr’daki pasif direnişi finanse etme politikasından vazgeçti.. Ardından Ruhr bölgesindeki yerel halk direnişine son verdi. Böylece Ruhr’da ekonomik hayat tekrar başladı. Ancak Almanya’nın ekonomisinin kurtulabilmesi için radikal kararlar almak gerekiyordu.

15 Ekim 1923 tarihinde Reichsbank’ın yerine Rentenbank adında yeni bir kuruluş devreye girdi. Bu bankanın para arzı 3.200.000.000 altın Mark seviyesinde sabit tutulacaktı. Ayrıca 1 Rentenmark, 1 trilyon değerinde kağıt paraya (Papiermark) sabitlendi. Bunun dışında İngiltere ve İngiltere’nin baskısıyla Fransa, uluslararası bir komitenin Almanya’nın tazminatları ödeme kapasitesini saptamasını ve savaş tazminatının buna göre yeniden düzenlenmesini kabul etti.

Sonuç olarak enflasyon, geldiği gibi hızlı bir şekilde Alman ekonomisini terk etti. Enflasyon zamanında hızla ortaya çıkan yeni zenginler ve yeni fabrikalar, enflasyonla beraber ortadan kayboldular. Enflasyon bittiğinde Almanya’nın aslında sanayi kapasitesi olarak Avrupa’nın çok gerisinde kaldığı ortaya çıktı. Doğal olarak, ekonominin büyümesinin sebebi olan devamlı artan para arzı ortadan kalkınca, işsizlik devasa boyutlara ulaştı. Böylece Almanya’nın enflasyon dönemi son buluyor, ekonomik krizin bir sonraki dönemi olan stabilizasyon ve işsizlik başlıyordu.

Fiyatlar ve Dolar kuru (1918-1923 Aylık ortalamalar) Tarih TEFE (1913=1) Dolar kuru (Mark/Dolar)
Ara.18 2,5 8,25
Ara.18 8 48
Ara.20 14 73
Ara.21 35 192
Ara.22 1.480 7.590
Haz.23 19.400 110.000
Eyl.23 23.900.000 99.000.000
Eki.23 7,1 milyar 25 milyar
Kas.23 726 milyar 2,16 trilyon
Ara.23 1,262 trilyon 4,2 trilyon


Enflasyon üzerine son bir kaç söz:

Almanya’nın savaş sonrasında ekonomik açıdan geçirdiği bu sıkıntılı döneme baktığımızda ister istemez “acaba savaşı Amerika, İngiltere veya Fransa kaybetseydi akıbetleri farklı mı olurdu?” tarzında bir soru geliyor akla. Hep sözü geçen savaş tazminatı konusuna baktığımızda kesin olarak belli olan bir şey var ki, Almanya eğer savaşı kazansaydı düşmanlarından yüksek miktarda tazminat isteyecekti çünkü Almanya’nın savaşa girerken kafasındaki plan, savaş bitince masraflarını yenilen devletlere ödetmekti. Ancak tazminat meselesi Almanya için psikolojik bir sorun olmaktan ileriye gitmemiştir çünkü Almanya 1923 yılına kadar tazminat adı altında çok büyük ödemeler yapmadı. Daha sonra da yukarda belirtildiği gibi Fransa ve İngiltere’yle anlaşılarak daha elverişli koşullar altında bu tazminat yeniden gözden geçirildi.

Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da Almanya’da enflasyonun hiperenflasyona döndüğü 1922 yılı ortalarına kadar bütün toplumu kapsayan ciddi bir spekülasyon hareketi görülmediğidir. İlginç bir şekilde bu döneme kadar insanlar Alman Markı tutmaya devam ettiler. Ancak hiperenflasyona doğru gidildikçe Mark’dan kaçış da başladı. Böylece Alman Markı’nın değeri hızla düştü. Enflasyonun getirdiği bir başka önlem de Notgeld (acil durum parası) uygulaması oldu. Bazı şirketler ve şehirler enflasyona karşı önlem olarak kendi paralarını çıkartmaya başladılar. Bu para enflasyona karşı etkiliydi ama sonuçta para arzının kontrolünü kısmen de olsa Merkez Bankası’nın elinden çıkartıyordu.

Enflasyondan en çok kar edenler doğal olarak Alman Markı üzerinden borçlananlar oldu. En çok borçlanan “kişi” Alman hükümeti olduğu için en çok Alman hükümeti kar etti denilebilir. Özellikle enflasyonun arttığı dönemde borçlanan kişiler, bir anda neredeyse hiç borç almamış gibi oldular çünkü aldıkları para artık çok küçük bir değere denk geliyordu. Buna bağlı olarak Mark’a yatırım yapan kişiler veya Mark üzerinden borç veren kişiler çok büyük kayıplara uğradılar. Reel varlığı bulunan kişiler, mesela toprak sahibi çiftçiler veya arsa, ev sahipleri enflasyondan doğal olarak daha az etkilendiler. Paranın değeri devamlı düştüğü için insanlar malları üzerindeki ipotekleri çok rahatça ödeyebiliyorlardı. Yine bu dönemde ortaya çıkan bir kaç kişi enflasyon sayesinde çok kısa zamanda çok fazla zengin oldular. Bunların en ünlülerinden biri de Hugo Stinnes’di. Kısa zamanda çok büyük bir şirketler imparatorluğu kuran bu kişi, enflasyondan sonra, enflasyonun yarattığı bütün zenginler gibi, yok oldu. Bununla paralel olarak enflasyondan sonraki stabilizasyon döneminde enflasyonun yarattığı bir çok yeni fabrika ortadan bir bir yok oldu. Para arzı sabit tutulduğu ve enflasyon zamanındaki gibi kolay para bulunamadığı için işsizlik arttı ve doğal olarak sırtını enflasyona dayayan bütün fabrikalar, şirketler vs. kapanmak zorunda kaldılar.

Sosyolojik açıdan baktığımızda, enflasyon toplumu önemli derecede etkiledi. Bazı insanlar hızlı bir şekilde daha da fakirleşirken bazıları da garip bir şekilde devamlı zenginleşiyordu. Halkta hakim olan bu düşünce, Alman halkının arasındaki birliği ve bağı büyük ölçüde zedeledi. Enflasyon hakkında düşünelebilecek ilginç bir şeyi de ünlü Alman yazar Thomas Mann dile getiriyordu. Mann’a göre faşizm yani Nazi Partisi’nin iktidara gelmesiyle, enflasyon arasında yadsınamaz bir bağ vardı. Enflasyon sırasında insanlar mesela bir yumurta için 100 milyar Mark talep ediyorlardı. Artık bu derece uçlarda yaşayan bir halkı hiçbir şey şaşırtamıyordu. İnsanlar artık uçlarda olan şeylere yönelmeye başlamışlardı. Thomas Mann’ın söyledikleri büyük ölçüde tutarlı gözüküyor çünkü enflasyondan sonra, Alman politik yaşamında sağ ve sol uçtaki partiler de öne çıkmaya başlamıştı. Sonuçta Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi de uç bir partiydi ve 1933 yılından itibaren Almanya’nın kaderi oldu.
Bazı ülkelerde sanayi üretimi ve fiyatlar Tüketici fiyat endeksleri (1913=100)
Tarih Almanya Büyük Britanya Fransa ABD
1918 217 226 339 194
1919 415 242 356 206
1920 1486 295 509 226
1921 1911 182 345 147
1922 34200 152 419 154
Sanayi üretimindeki değişim (%)
Tarih Almanya Büyük Britanya Fransa ABD
1920 45 - 8 3
1921 20 -31 -12 -22
1922 7 19 41 26
1923 -34 9 13 19
1924 50 3 23 -6


Para piyasasında stabilizasyon ve sonrası (1924-1933):
1) 1924-1926:
Stabilizasyon döneminde, yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı ekonomide ilk olarak bir depresyon yaşandı. Para arzı sabitlendikten sonra, piyasada para ve kredi sıkıntısı başladı. Ticaret ve üretim azaldı ayrıca bunlara bağlı olarak işsizlik arttı. Bütün bunların nedeni artık devamlı şekilde ekonomiye yapılan para akışının durmuş olmasıydı. Sanayi üretiminde düşüş vardı. 1 Ağustos 1923 tarihinde işsizlik yardımı alan işsizlerin sayısı 139.000 civarındayken, 1 Ocak 1924 tarihinde bu rakam 1.533.000’e çıktı. Sadece bu bile ekonomideki düşüşün önemli bir belirtisi olarak alınabilir.

Bu dönemde Merkez Bankası faizleri % 10 civarlarındaydı. Dünya genelinde bu faiz yüksek bir faiz olmakla beraber Almanya için bu düşük bir rakamdı. Merkez Bankası bu durumda herkesin düşük faizle borç almak için harekete geçmesini önlemek amacıyla belli önlemler alma yoluna gitti.

Merkez Bankası’nın düşük faizle verdiği kredi sayesinde Ocak 1924’den itibaren ekonomide bir yükseliş gözlenmeye başladı. Ancak bir noktadan sonra kağıt para enflasyonunun yerini kredi enflasyonu almaya başladı. Bunu önlemek için 7 Nisan 1924 tarihinde, verilecek bütün kredilerin miktarı, o zamana kadar verilmiş olan kredilerin toplamına sabitlendi. Başka bir deyişle kredi arzı, 7 Nisan 1924 tarihine kadar verilmiş olan toplam kredi miktarına sabitlendi.

1924’ün ilk aylarında sanayi üretiminde bir artış gözlendi. İç piyasadaki bu canlanma ithalatta da bir artışı beraberinde getirdi. Hatta işsizlikte bile pozitif bir kıpırdanma yaşandı. Ancak bunlar genel bir iyileşmeden çok, küçük belirtiler olarak kaldı. Sonuç olarak Merkez Bankası’nın kredileri belli bir miktarda sabitlemesi ekonomide yeni bir düşüş başlattı. Ağustos 1924 yılında, Dawes Planı’nın devreye girmesi ekonomi için iyi bir etki oldu. Bu plan, savaş tazminatı konusunu tekrar ele almak için kurulan ve uluslararası bir yapısı olan Dawes komitesi tarafından hazırlanmıştı. Müttefik devletlerin Almanya üzerindeki baskısını azalttığı gibi, Alman ekonomisinin iyileşmesi için, genel güvenin yeniden oluşturulması, ulusal para biriminin stabilize edilmesi gibi bazı ön koşulları da yerine getirmesi açısından bu plan önemli bir dönüm noktası oldu. Ayrıca Almanya’nın aldığı 800 milyon Mark değerindeki borç, planın ilk yılında savaş tazminatı için herhangi bir ödeme yapmama hakkı ve alınan borcun dış dünyanın Alman ekonomisine olan güvenini arttırması olumlu etkiler yarattı. Dış dünyadan Almanya’ya direk satınalma veya kredi verme yoluyla maddi kaynaklar girmeye başladı. Bunun bir sonucu olarak ekonominin kendine güveni arttı ve ekonomide yeniden bir iyileşme gözlenmeye başlandı. Doğal olarak ithalatta, sanayi üretiminde artış, işsizlikte düşüş meydana geldi. Dış kredilerin etkisiyle, her ne kadar diğer ülkelere göre hala yüksek olsa da, faiz oranları düştü ve uzun vadeli faizler verilmeye başlandı. Fakat bu sefer de yüksek miktarda borç alınması ilerisi için bir tehdit oluşturmaya başladı. 1924 yılı boyunca alınan toplam dış borç 1.2 milyar Mark değerindeyken, 1925 yılının sadece ilk çeyreğinde bu rakam ikiye katlandı.

1925 yılının yaz aylarına kadar ekonomide bir önceki seneye göre genel olarak bir iyileşme ve yükselme gözlendi. Ancak bu tarihten sonra işler yine karışmaya başladı. Bu dönemde, enflasyon dolayısıyla ortaya çıkmış olan ve bir şekilde gücünü enflasyondan alan şirketler ve kişiler yıkılmaya başladılar. Son derece geniş bir varlığa sahip olan Stinnes’in yıkılışı ekonomide kötü bir etki yarattı ve güvenin azalmasına yol açtı. Bunun sonucunda üretimde azalma, işsizlikte artış ve fiyatlarda düşme gözlendi. Alman ekonomisi iç borçlanmada aradığını bulamıyordu çünkü kötü ekonomik koşullar nedeniyle bankalar borç vermeye pek yanaşmıyorlardı. Küçük ve orta derecede borç isteyen kişilere bankalar daha sert davranıyordu çünkü büyük derecede borç isteyen büyük firmalara borç verilmemesi ekonominin hepten çöküşünü getirebilirdi. Daha önceden alınan borçların ödenmesinde yaşanan zorluklar, bankaları iyice borç vermemeye yönlendirdi. Böylece, kredi bulamayan firmalar üretimi düşürmeye, ağırlıklı olarak ithalat yoluyla sağladıkları ham maddeleri almamaya başladılar. Bu bir bakıma güçlüyle güçsüzün ayırt edilmesi veya enflasyon sayesinde ortaya çıkan firmaların ekonominin yarattığı bu dar boğaz nedeniyle ayıklanması olarak görülebilir. 1926 yılının ilk aylarında ekonomideki bu düşüş doruğa çıktı. Tam da bu zamanda, özellikle Amerika’dan gelen dış kredi ekonomiyi tekrardan rahatlattı. Böylece tekrar hızlı bir iyileşme ve yükseliş görüldü. Bu zor dönemi atlatamayan firmalar, genel olarak devamlı yükselen para arzının yarattığı rahat ortamda ortaya çıkan ve normal koşullarda piyasada barınması zor olan firmalardı. Böylece ekonomide bir bakıma “balon” firmaların temizlenişi ve bir “rasyonalizasyon” gerçekleşmiş oldu.

2) 1926-1928:
1926 yılı baharına gelindiğinde, dibe vurmuş olan Alman ekonomisi yavaş yavaş yükselişe geçiyordu. Ekonomik küçülme sırasında artan stoklar yavaş yavaş erimeye başlamıştı. Bu da artan ekonomik aktivitenin bir göstergesiydi. 1926 Haziran’ına kadar da ihracat fazlası yaşandı. Bu dönemde ekonominin yükselişe geçmesinde dış faktörlerin etkisi yadsınamaz. Mesela İngiltere’de meydana gelen kömür işçilerinin grevi Almanya’nın büyük miktarda kömür ihraç etmesini sağlamıştı. Ayrıca 1926 sonunda Fransız parasının stabilize edilmesi de Almanya için dış ticarette önemli bir avantajdı çünkü enflasyon nedeniyle değeri düşen Fransız Frank’ı, Fransız mallarının rekabet gücünü devamlı arttırıyordu.

Ekonomideki bu iyileşme belirtilerinin bir sonucu veya devamı olarak kredi bulmak tekrar kolay bir hale geldi. Böylece kısa dönem borçlarının ödenmesi de kolaylaştı. Mesela bazı kısa dönem borçlarının vadeleri uzatılıyordu. Gerçi uzun vadede bakarsak, kredi hala pahalı olan bir şeydi ancak özellikle dışardan sermaye girişi olması nedeniyle bu dönemde Almanya’da düşük faizden kredi bulmak mümkündü. Hatta Merkez Bankası, göreceli olarak düşük faizden kredi verdiği için oluşacak fazla talebi önlemek için 1925 yılında almış olduğu önlemlere son verdi.

Stokların erimesi, kredi bulmanın kolaylaşması ve ihracatın artması gibi nedenlerle Alman ekonomisine artan güven, hisse senedi fiyatlarının da yükselmesini sağladı. Ancak Merkez Bankası’nın üst düzey yöneticileri bu durumdan pek de hoşnut değildiler. Yatırımcılar hisse senetlerinin fiyatlarının yükselmesini sağlıyorlardı ama ilerde gelir elde etmek için yapabilecekleri spekülatif hareketler, borsanın tekrar kötü duruma gelmesini sağlayabilirdi. Başka bir deyişle, hisse senedi satın almak gelir getiren bir yatırım olarak görüldüğü için daha çok insan parasını hisse senetlerine yatırıyor bu da senetlerin fiyatlarının artmasını sağlıyordu. Bunun bir sonucu olarak, gelecekte insanlar bu senetleri para kazanmak için ellerinden çıkarınca hisse senetlerinin değerleri hızlı bir şekilde düşecekti. Bu nedenle, Merkez Bankası 1927 Mayısı’nda önde gelen bankalarla anlaşarak spekülasyonları önleyebilmek için bazı önlemler aldı.

İşsizliğe gelince, 1925 senesindeki işsizlik ekonominin içinde bulunduğu depresyondan meydana geliyordu. 1926 yılında işsizlik yine yüksekti. Ancak ekonomi de radikal bir yeniden yapılanma içindeydi. Bu nedenle 1926’daki işsizlik, 1925’den miras kalan bir işsizlik değildi.

1926-1927 kışında İngiltere’deki kömür grevi bitmiş olmasına rağmen Alman ekonomisinin büyüme hızı kesilmemişti. 1928 yılının ortalarına kadar da kesilmeyecekti. 1926 yılında başlayan büyüme, 1927 yılında ekonominin tümüne yayılarak devam etti.

Bütün bunlara rağmen Almanya ekonomisi kredide hala dışarıya bağımlıydı. Ekonomideki bütün olumlu gelişmelere rağmen ekonominin krediye olan yoğun talebini iç krediler karşılayamıyordu. Bunun sonucu olarak da faizler yükseliyordu. Kısacası dış kredi alımını etkileyecek bir olay Alman ekonomisini de çok büyük bir ihtimalle etkileyecekti.

3) 1928-1933:
Bu dönemde yaşanan en önemli olay kuşkusuz Eylül 1929 krizidir. Almanya da buna dahil olmak üzere dünyadaki bir çok ülke bu krizden olumsuz şekilde etkilendi. Zaten daha 1928 yılı içinde, Almanya’nın büyümesinin doğal sınırlarına dayandığını gösteren belirtiler görülüyordu. İthalat azalmaya başlamıştı. Sanayi üretimi yüksekti ama düşüyordu. Mesela 1928 ilkbaharında demir ve çelik üretimi düşüşteydi. Ancak işsizliğe bakıldığında bir önceki seneye oranla pek fark yoktu. 1928-1929 kışında Rhein-Westphalia bölgesinde demir-çelik işçileriyle çıkan bir anlaşmazlıktan dolayı işçiler lokavta(“lockouta”) gitmişlerdi. Bu, demir üretiminde düşüş yarattı ve bu sanayiye bağlı bir çok kolu olumsuz etkiledi. Bunların ötesinde, Şubat 1929’da, Berlin’de kaydedilmiş en soğuk dönem yaşandı. Bu da üretimi ve ulaştırmayı olumsuz etkiledi.

Daha önce de belirtildiği gibi Almanya dış kredilere bağımlıydı. 1929 krizi doğal olarak dış kredi almayı zorlaştırıyordu çünkü her şeyden önce Amerika ekonomik bir kriz yaşıyordu. 1930 yılında genel düşüş hızlandı. Savaş tazminatlarını görüşmek için Paris’de toplanan komitenin bir anlaşmaya varamaması, iş dünyasına ve ekonomiye belirsizlik getirdi. Bu dönemde, üretimde dünya çapında bir düşüş yaşanıyordu. 1930 ve 1931 yıllarında işsizlik tekrar yükselmeye ve üretim yine düşmeye başladı. Bu dönemde, sanayileşmiş bütün devletler bir ekonomik kriz yaşıyorlardı ancak Almanya çok fazla kısa vadeli kredi aldığı için, dünya dengelerindeki oynamalar Almanya’yı daha çok etkiliyordu. Bu dönemde Almanya’da politik bir belirsizlik de vardı. Özellike Hitler başta olmak üzere, uç politik görüşlere sahip liderler Reichstag’da (parlamento) yüksek sayıda koltuk elde etmeye başladılar.

1931 yılının bahar aylarında, ortaya çıkan politik ve ekonomik sorunlar nedeniyle, kredi bulma sorunu büyümeye başladı. Ekonomide bir panik yaşanmaya başlandı. Yaz aylarında birçok iflas yaşandı. Bankalar da zor durumda kaldılar ve Temmuz ve Ağustos aylarında bazı bankalar geçici olarak kapatıldı. Bu durum ekonomiyi daha da kötüleştirdi ve 1932 yılının Mart ayında, işsizlik 6.2 milyon kişiyle rekor düzeye çıktı. Ekonomik depresyon durumu, 1932 yılının ortalarında doruk noktasına ulaştı. Bu noktadan sonra ekonomik durum yavaş yavaş iyileşme belirtileri göstermeye başladı. İş dünyasında ekonomiye güven tekrar artmaya başladı. Bu da stokları dibe vurmuş olan üreticilerin, üretime tekrar başamasına sebep oldu. 16 Haziran 1932 tarihinde Lozan’da alınan bir kararla savaş tazminatlarının ödemesinin durdurulması ve de hükümetin üretimi arttırıp işsizliği azaltmak konusunda gösterdiği çabaların meyvesini vermesiyle ekonomide iyileşme başladı. Ancak bir önceki dönemde yaşanan depresyondan dolayı hala bir belirsizlik ve korku hakim olduğu için büyüme yavaş ve belirsiz bir şekilde seyretti.

Adolf Hitler’in iktidara gelişi, işsizlik probleminin çözülmesi ve yeni ekonomik düzen:
1923 yılında başarısız bir darbe girişiminde bulunduktan sonra Landesberg hapishanesine hapsedilen Adolf Hitler, iktidara ulaşmak için kafasında kurduğu bütün planları ortadan kaldırıp yepyeni bir plan yapmıştı: İktidarı zorla değil, demokrasi yoluyla, halkın isteğiyle ele geçirecekti. Bunu yaptıktan sonra nasıl olsa istediğini yapabileceği için, iktidarı ele geçirene kadar politik davranması oldukça mantıklı gözüküyordu. Hapisten çıktıktan sonra bu planını başarıyla uygulayan Adolf Hitler, iktidara gelene kadar, partisinin parlamentodaki koltuk sayısını genel olarak hep yükseltti. 1933 yılına gelindiğinde ise Adolf Hitler, seçimlerde verilen oyların % 44’ünü alarak Almanya başbakanı olmaya hak kazandı. Bu noktadan sonra artık kimsenin isteğine kulak vermesine gerek kalmamıştı. Ülkedeki karışıklığı ileri sürerek kendisine neredeyse sınırsız yetkiler veren bir kararname çıkartılmasını sağladı. Nazi Partisi’nin parlamentodaki koltuk sayısı istedikleri kararları almalarını sağlayacak kadar fazlaydı. Adolf Hitler bu aşamadan sonra ülkedeki bütün partileri sırayla, belli nedenler bularak, kapattı. Böylece Almanya 1945 yılına kadar sürecek tek partili bir politik yaşama başladı. Başta bulunan kişi ise Almanya’nın yeni diktatörü oluyordu. Hitler, kendisine bağlı SS, Gestapo gibi polis örgütleriyle ülke içerisinde muhalefet çıkmasını önlüyor, çıkan herhangi bir muhalifi de ortadan kaldırıyordu. Kısacası Hitler bütün gücü elinde tutuyordu.

Hitler’in Almanya’nın başına geçmesi ekonomik açıdan bir çok önemli sonuç doğurdu. Hitler’in yaptığı en önemli şeylerden biri Versailles Anlaşması’nı “yırtmak” oldu. Bu anlaşmayla gururu kırılmış olan Alman halkı, açıkçası Hitler’i bu noktada destekliyordu. Bu aynı zamanda savaş tazminatlarının ödenmemesi ve ordunun tekrar büyümesi anlamına geliyordu, ki bu da orduyu memnun ediyordu.

Hitler’in ekonomi bakanı, Dr. Hjamar Schacht, öncelikle ithalatı belli bir seviyenin altında tutmak için bazı önlemler aldı. Ayrıca dış ticareti de değiş-tokuş (barter) anlaşmalaralıyla sınırlandırmaya çalıştı. Bunu yaparken amacı, Almanya’nın servetini Almanya içinde tutabilmekti. Öte yandan devlet harcamalarında önemli bir artış yaşandı. En önemli proje bütün Almanya’yı kapsayan otoban projesiydi. Elektrik hizmetinin yaygınlaştırılması da bir başka projeydi. Kısacası devlet hem yatırım yaptı hem de özel sektörü belli yatırımlara kanalize etti.

Almanya’da ücretler ve yaşam standartı çok yüksek değildi. Ancak hükümetin amaçladığı da yaşam standartını değil üretimi yükseltmek olmuştu. Doğal olarak düşük ücretler daha fazla işçinin iş bulmasını sağlıyor ve üretimi arttırıyordu. Ancak burada işçiler tamamen haklarından arınmış, karın tokluğuna çalışan bir kesimin üyeleri değildiler. Örneğin işçiler, işverenlerinin kendilerini sömürmelerini önleyebilmek için mahkemeye başvurup işverenlerini dava edebiliyorlardı. Bu işle ilgilenecek bir mahkeme kurulmuştu. Ayrıca Almanya’da işçiler arasındaki görüş “belki az maaş alıyoruz ama en azından artık açlıktan ölme ihtimalimiz yok” şeklindeydi.

Alman kadınlarını, geleneksel Alman kadınının yaptığı şeylere (mutfak, çocuk ve kilise – küche, kinder und kirche ) çekmek için, Alman kadınlarını iş gücünden çıkarıcı önlemler alındı. Mesela çalışmayan Alman kadınları, çalışanlara göre daha az vergi ödeyeceklerdi. Bu da işsizliği göreceli olarak azaltan bir durum oldu.

Almanya’da, işsizliğe dair rakamlara baktığımızda, 1939 yılına kadar işsizliğin neredeyse mucizevi bir şekilde azaldığını görüyoruz:

Almanya’da işsizlik (milyon kişi)
Ocak 1933 6
Ocak 1934 3.3
Ocak 1935 2.9
Ocak 1936 2.5
Ocak 1937 1.8
Ocak 1938 1
Ocak 1939 0,302


Ocak 1933 tarihindeki işsizlik, Alman işgücünün neredeyse % 50’sine denk geliyordu. İşsizlikteki bu azalmada bir çok etken rol oynadı. Yukarda da belirtildiği gibi kadınların dolaylı olarak iş gücünden çıkarılması, işsizliği önemli ölçüde azaltan bir faktördü. Ayrıca Yahudiler’e karşı artan düşmanlığın bir sonucu olarak, 1935 yılında Yahudilerin Alman vatandaşlığından çıkarılması, işsizlik istatistiklerini aşağıya çeken diğer bir faktör oldu.

Daha önce de belirtildiği gibi, işçilere ödenen ortalama ücret, önceki senelere göre daha azdı. Bu konuda işçilerin seslerini yükseltmeleri biraz zordu. Bir kere işçi haklarını savunabilecek bir sendika yoktu. Ayrıca Nazi Almanya’sında sisteme başkaldıran bir kişi, kendini bir toplama kampında bulabilirdi. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ilerleyen dönemlerinde artan Bolşevizm düşmanlığı göz önünde tutulursa, işçi haklarını savunmaya çalışacak bir hareketin ne gibi sonuçlarla karşılaşacağını kestirmek zor değildir. Zaten Nazi Partisi iktidara geldiği dönemden itibaren komünistlere karşı bilinçli bir temizleme politikası uygulamaya başlamıştı. Son olarak da, yoğun bir politik belirsizlik yaşamış ve açlıktan ölme seviyesine gelmiş olan Alman halkı, düşük maaş almayı pek de önemsemiyordu. En azından artık açlıktan ölme tehlikesi ortadan kalkmıştı.

Bir başka önemli etken de, 1935 yılında askere almanın yeniden başlatılması oldu. Askere almanın tekrar başlamasıyla, işsiz olan erkek nüfusun önemli bir kısmı silah altına alınarak, işsizlik daha da azaltılmış oldu. 1939 yılında silah altındaki toplam asker sayısı 1.4 milyon kişiye ulaşmıştı. Burada gözden kaçmaması gereken bir diğer nokta da, Versailles anlaşmasını tanımayan Almanya’nın, top, tank, uçak gibi silahlara olan artan ihtiyacı ve de bunun Alman sanayisine olan olumlu etkisidir. Alman ordusunun bütün donanımı Alman fabrikaları tarafından sağlanıyordu. Bu da sanayi için oldukça olumlu bir etki oldu.

Alman hükümeti, İmparatorluk Çalışma Servisi (Reicsharbeitsdienst – RAD) adında bir kurum kurdu. Bu kurumlarda çalışan kişiler, hep beraber kamplarda yaşıyor, ve de sulama kanallarının yapımı veya otoban projesi gibi işlerde çalıştırılıyorlardı. Hükümet bu kurumda çalışan kişiler için belli çalışma programları hazırlamıştı. Burada çalışan kişilerin aldığı ücret pek yüksek değildi ama en azından işleri vardı ve hükümetin yaptığı bu uygulamaları ekonomik durumu düzeltmek için gösterilen çabalar olarak görüyorlar ve olumlu karşılıyorlardı. Almanya’da yasaklanan sendikaların yerine, devlet tarafından Alman İşçi Cephesi adı altında bir kurum kuruldu ve başına Robert Ley adında bir kişi getirildi. Doğal olarak bu kurum sendikaların yaptığı şeyleri yapmıyordu. Ancak işçileri korumak için belli önlemler alınmıştı. Mesela bir işçi, rasgele işten çıkarılamıyordu. Buna karşın bir işçi de istediği zaman işi bırakamıyor ve işinden memnun değilse veya başka bir iş yapmak istiyorsa, gerekli düzenlemeler devlet tarafından yapılıyordu ve bu süreçte, çalışanlar normal işlerine devam ediyorlardı. Bir başka önemli nokta da artan iş saatleriydi. Eskiden haftada 60 saat olan çalışma süresi, 1939 yılında 72 saate çıkmıştı. Hem işçiler hem de sıradan insanlar için ucuz tatiller ve geziler düzenleniyordu. Her ne kadar bu gezilerde yer bulmak zor olsa da, halkta olumlu bir etki yarattı. Bütün işçilerin bir arabaya sahip olabilmesi için haftalık ücretlerinden belli bir miktar bir fona yatırıldı. Volkswagen otomobillerinin doğuşu bu olayla olmuştur. Ancak toplanan fonlara rağmen hiçbir işçiye araba verilmedi ve bütün para Alman savaş ekonomisine akıtıldı. Öte yandan işçilerin boş zamanlarında yapacakları şeyler de önceden ayarlanıyordu. Her Alman işçisinin yılda 3.740 saat dinlenme süresi vardı. Bu dinlenme süresinde yapacakları aktivitelerin hepsi devlet tarafından düzenleniyordu. Sonuç olarak baktığımızda, Alman işçisi düşük ücretle daha fazla çalışıyor ve belki biraz da kandırılıyordu. Yine de işçiler buna karşı çıkmıyorlardı; veya çıkamıyorlardı çünkü Alman toplumuna hakim olan korku herkes gibi onları da sindirmişti.

Sonuç:
Bütün bunların ışığında, Alman ekonomisinin 1933’ten itibaren savaş yıllarına kadar olan performansına baktığımızda, en önemli gelişme işsizlikte görülmektedir. Şu veya bu nedenle işsizlik neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır. Özellikle 1935 yılından itibaren başlayan silahlanmanın da olumlu etkisiyle üretim arttırılmıştır. Ancak işçilerin aldığı ortalama maaşa ve Alman halkının yaşam standartına baktığımızda önemli bir gelişme olmamıştır. Bunun önemli bir sorun çıkarmamasının en önemli sebepleri, muhalefetin sert bir şekilde bastırılması ve çok kötü günler görmüş olan Alman halkının artık azla yetinmeye alışmış olmasıdır. Bu nedenle Hitler’in Alman ekonomisini düzeltme açısından gösterdiği performansta, bir diktatör olmasının ve elinin altında önemli baskı ve sindirme mekanizmalarının bulunmasının, yadsınamaz ve işini kolaylaştırıcı bir etkisi olduğu sonucuna varmaktayız.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://tarihi.forum.st
 
Almanya’da I.Dünya Savaşı’ndan Sonra Yaşanan Krizler: Hiperenflasyon ve İşsizlik
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» I. Dünya Savaşı
» 1. Dünya Savaşı
» 20. Yy Başlarında Dünya (Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Ünite Ders Notu)
» 20.yy. Başlarında Dünya (Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi I. ünite - derlenmiş)
» Savaş Sonrası Almanya

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Ders Notları ve Araştırmaları :: 20. yy Başlarında Dünya-
Buraya geçin: