|
| Sovyetler Birliği Dış Politika(Asya) | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
єѕαяєт Müşir
Cinsiyet : Burç : Mesaj Sayısı : 302 Doğum tarihi : 04/02/96 Kayıt tarihi : 12/10/10 Yaş : 28 Nerden : ιѕтαηвυℓ Meslek : Öğrenci Ruh Hali :
| Konu: Sovyetler Birliği Dış Politika(Asya) Salı Ekim 19, 2010 9:23 pm | |
| ORTA ASYA VE SOVYETLER DÖNEMİ UYGULAMALARINI SORGULAMA * Nazif SHAHRANİ ** (Çev: Vildan SERİN ***
Moskova'da yapılan, başarısız Ağustos 1991 darbesinin ardından batı Türkistan'lı müslümanların tarihindeki acı ve ızdrapla dolu uzun bir dönem; Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle kapandı. Böylece, askerî ve teknolojik üstünlüğe sahip olan, iktisâdî ve ideolojik açıdan da Orta Asya'yı kontrol altına alan Rus'ların bölgedeki hâkimiyetlerine son verildi. 1917 Bolşevik İhtilalinden beri devam eden bu zulüm, Çarlık Rusya devrinde başladı. Sovyetlerin ezici güçleri Orta Asya kültürleri ve halkı üzerinde bölücü ve sömürgeci niteliklere sahipti. Sistemin çöküşü her tarafta törenlerle kutlandı, bu olayı, Francis Fukuyama "Tarihin Sonu mu?" adlı makalesinde (2), kapitalizmin ve liberal demokrasinin görünen bir zaferi olarak yorumladı. Sovyetler sonrası Orta Asya'da komünist kalkınma politikalarının yaptığı tahribatı görmemezlikten gelmek kolaydır.(3) Sovyet idaresinin Orta Asya'da yaptığı tahribatın gerçek ve potansiyel boyutları henüz tam olarak bilinmemektedir. Ayrıca, bu sisteme en ciddî direnişin Orta Asyalı müslümanlar arasında ortaya çıkacağını batılı sovyetologların defalarca ikaz ediş sebepleri üzerinde durulmalıdır.(4) Bununla beraber, Sovyetler sonrası bölgedeki siyasî ve iktisadî gelişmeler, uzmanların tahminlerine uymamaktadır. Komünizmin sona ermesinde, Orta Asya'lı müslümanların önemli bir rol oynamadığını biliyoruz. Başka isimler altında olmakla birlikte, millî komünist partiler, hâlâ bu yeni cumhuriyetlerde idâreyi ellerinde tutmaktadırlar. Muhalif hareketler ise, nispeten zayıf ve etkisizdir. Bundan başka, halk Moskova'daki komünist iktidârın düşmesine oldukça pasif bir şekilde tepki gösterirken, ülkelerindeki komünist idâreleri de destekler görünmektedir. Neden? Bu tebliğde, muhalefet ve iktidar arasındaki siyâsî tepki farklılıklarının sebepleri tartışılmaktadır. Ayrıca, Rusların bölge üzerindeki gayelerine hizmet eden Sovyet kalkınma politikalarının, Orta Asyalıların menfaatlerine verdikleri zararlar belirtilmektedir. Batılı sovyetologların Orta Asya hakkındaki kötümser yorumları, teorik yaklaşımlar ve metot bakımından ikiye ayrılmaktadır. Teorik açıklamalar, "sömürgecilik" ya da "hür dünyanın" gelişmekte olan ülkelerine ait kalkınma ve modernleşme kavramlarına dayandırıldı. Sömürgecilik teorisiyle yaklaşanlar, Rusların uyguladıkları politikaların bölgeyi önemli ölçüde değiştirdiğini varsaydılar. Fakat bu değişime karşı mukavemetin kültürel boyutlarında yanıldılar. Mesela, Orta Asyalı müslümanlara sempatiyle bakan bir batılı sovyetolog, 120 yıllık Rus hâkimiyetinin bölge insanlarının düşünüş ve davranışlarını değiştirdiği, fakat toplumun temel değerlerini ve inançlarına tesir edemediği sonucuna varmaktadır.(5) Ancak, inançların ve değerlerin, insanların davranış ve düşüncelereden tamamen ayrılması mümkün değildir. Özellikle Sovyetler Birliği gibi ezici güçlere sahip bir ülkenin, sistemli bir şekilde uyguladığı müdahaleler sonucunda halkın temel değerlerini kaybetmemesi imkansızdır.
Diğer taraftan, batının modernleşme teorileriyle Orta Asya'yı inceleyen sovyetologlar da yanıldılar. Çünkü batı sisteminin terimleriyle, Orta Asya'yı incelemeğe çalıştılar(6) ve hatalı yorumlarda bulundular. Mesela, bir başka batılı sovyetolog, son çalışmasında şu açıklamalarda bulunmaktadır: "Sosyalizmin başarıları" ve "kardeşçe yardımlaşmanın faydaları" gibi politik ve süslü sloganlar, belki de ideolojik hedefler için, bölge insanlarının ve kültürlerinin yok olmasına sebep olan, Sovyet rejimdeki başarısızlığın en trajik ve hakikatleri tamamen tersini söyleyen ifâdelerdir."(7) Metot bakımından da, Orta Asya'yı inceleyen bilim adamları, Sovyetler Birliği’nin verilere dayanarak ve halkın sesini dikkate almaksızın araştrmalarını yaptılar. Genellikle iki soruya cevap vererek bu çalışmalarını şekillendirdiler. Bunların birincisi, Sovyetler'in sömürgeci olup olmadığı, ikincisi modernleşme programlarının başarılı olup olmadığıdır. Bu konuda sağlıklı ve yeterli incelemeler, ancak Sovyet'lerin kısa ve uzun dönemli hedefleri dikkate alınarak yapılabilir.
SOVYET KALKINMA POLİTİKALARININ İZLERİ Bolşevik ihtilâlinden( 8 ) sonraki ilk yıllarda Sovyetler Birliği yöneticileri genel kalkınma hedefleriyle, Orta Asya'daki özel amaçlarını belirlediler. Bunlara ulaşmak için, sistemli bir şekilde, acımasızca sert tedbirler uyguladılar. Bu hedef ve statejiler, Sovyetler'in ve uydularının dışındaki toplumlarda uygulanan modernleşme ve kalkınma politikalarından çok farklıydı. Sovyetlerin Orta Asya'da uyguladığı politikaların en çok tenkit edilen tarafları şunlardır: 1- Rusların askerî ve politik kontrolü elinde tutması 2- Rusya'ya uzun dönemli iktisâdî ve teknolojik bağımlılığın sağlanması. 3- Geleneksel müslüman Orta Asya toplum ve kültürlerinin sistemli olarak kaldırılması. 4- Eskisinin yerini alacak yeni alterneatif bir Sovyet-Rus kültür ve toplumun yaratılması. Sovyet sonrası dönemde bu politikaların Orta Asya’ da geride bıraktıkları izlerin incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
POLİTİK KONTROL: MERKEZİLEŞMİŞ DEVLET GÜCÜ Bolşevik ihtilâlinin temel amacı, siyâsî otoriteyi elde tutmak ve Komünist Parti'nin tam anlamıyla hâkimiyeti sağlamaktı. "Proletarya diktatörlüğü", sistemin kurulması, üretim faktörlerinin kontrolü ve yönetimi yoluyla diğer ihtilâl amaçlarının gerçekleşmesi için kullanılan bir araçtı. İhtilâlin gerçekleşmesinde, işçi sınıfı sosyal kurumları organize ederek önemli roller üstlendi. Bu kurumlar, "Sovyetler", ticârî birlikler, fabrika komiteleri, gazeteler ve milislerdi. Bunlar,sosyalizm için iktisadî, kültürel ve siyâsî çevre oluşturarak, sınıf düşmanlarını ayırarak, sosyal devlet diktatörlüğü içinde toplumla devletin amaçlarını bütünleştirmeye çalıştılar(9) Thomas Remigton’un da belirttiği(10) gibi, böylece "ikili bir toplum" yaratıldı: "Toplumun bir kesimi, resmî doktirin, bürokratik dayanışma ve devlet otoritesi ile çevrili bir kale içindeydi. Kalan kısmı ise, ferdîleşmiş kazanç ve zararlara dayalı küçük ölçekli, organize olmamış küçük dünyalarıının sırlı gizliliklerinde yaşıyordu. Sovyetler, ilk rüyalarını gerçekleştirmek için, daha fazla otorite kullanarak, halk üzerindeki kontrolleri arttırdıkça, devlet kontrolündeki bölgeler ile özel bölgeler arasındaki bölünmeler daha da çoğaldı.” Sömürgeci Rus Çarlık Devleti’nde olduğu gibi, Bolşevik ihtilâl hükümeti de Türkistanda hâkimiyet kurmak istedi.(11) Türkistanda, komünist sistemin Ruslar tarafından yönetilmesi için, şehirlere ve kırsal kesimlere Ruslar yerleştirilerek Sovyet otoritesi sağlandı. Bolşeviklere karşı bir direnme hareketi olan "Basmacılar Hareketi", iyi organize olmamakla birlikte, halk tarafından geniş bir şekilde desteklenmştir. Ancak, Ruslar 1924'de müslümanların yiyeceklerine el koyarak onları aç bırakarak ve askerî güç kullanarak bunu bastırdılar. 1925 yılından itibaren, Orta Asya'lılar siyâsî bağımsızlıklarını tamamen kaybettiler ve Ruslaştırılmış müslümanlar(12) tarafından idâre edilmeye başladılar. Potansiyel ve gerçek liderler tasfiye edilerek ve derhal öldürülerek "temizleme hareketleri" sistemli bir şekilde yürütülüyordu. Bu sebeple, karşı direnme hareketlerinin ortaya çıkması engelleniyordu. Sovyetler, devleti ezici gücünü Orta Asyada planlı bir tarzda yayıyorlardı.
İKTİSÂDÎ BAĞIMLILIK Sovyet politikalarının ikinci en önemli amacı, Orta Asya’nın iktisâdî kaynaklarına el koymak ve uzun dönemli olarak iktisâdî ve teknolojik bağımlılığı yaratmaktı. Rusya açısından, da Asya’nın taşıdığı önemi konu alan pek çok çalışma bulunmaktadır.(13) Sovyetlerin Orta Asya ile ilgili görüşleri, Lenin ordudaki yoldaşı Ziovniev tarafından Ekim 1920 de en açık bir şekilde ifâde edildi: "Biz Azerbaycan petrolü ve Türkistan’ın pamuğu olmadan yapamayız. Bizim için gerekli olan bu ürünleri eski Çarlık Rusya sömürgecileri gibi değil, medeniyet meş'alesini taşıyana ağabeyleri olarak alırız."(14) Sovyetler Birliği, pamuk ihtiyaçlarını karşılamak için Orta Asya'da süper ihtisaslaşma denilen bir uygulamayı başlatti. Pamuk üretimi çoğaltmak için alt yapı yöntemleri artırıldı. Böylece Sovyetler Birliği'nin toplam üretimi içinde ham pamuk ve pamuk ipliğinin % 95’ini bitkisel yağların % 15' ini, pamuk üretme teçhizâtının ve makinalarının % 100' ünü pamuk çırçırlarının % 90'dan fazlasını ve sulama için gerekli teçhizâtın ve dokuma teçhizâtının büyük bir kısımını Orta Asya Cumhuriyetleri üretti (15) Orta Asya, petrol ve hidroelektrik enerjide Sovyetlerin en zengin bölgelerinden biri, doğal gaz kaynaklarında da Batı Sibirya'dan sonra ikinci gelmesine rağmen Rumer, Orta Asya' nın verimlilik kapasitesini pamuk üretimi ile aynîleştirdi.(16) Özbekistanda üretilen pamuğun % 96'sı işlenmek için Rusya Federasyonu'na, Ukrayna'ya, Beyaz Rusya'ya ve diğer Avrupa Cumhuriyetlerine götürüldü. Orta Asya'da tekstil imâlâtı kurulamadı, bölgeninin kendi pamuğuna dayalı elbise imâlâtı bile Rusya'ya bağımlı hâle getirildi. Orta Asya’nın en verimli topraklarının % 70'den fazlasının pamuk ekiminde kullanılması, gıda ürünlerinde Rusya'ya bağımlılığa sebep oldu. 1980'lerin sonlarında Ruslar'ın "tarımsal sömürgeci" yaklaşımlarının ezici etkileriyle; çevre ve Türkistan halkı üzerindeki trajedik sonuçları Sovyet standartlarına göre bile utanç verici boyutlara ulaştı. Moskova'da haftalık yayınlanan "Litraturnaya Gazeta", Özbekistandaki süper ihtisaslaşmanın sebep olduğu problemleri şöyle belirtmektedir: "İhtisaslaşma mantıklı olmalıdır: Özbekistanda ihtisaslaşma, pamuğun hâkimiyetiyle yozlaştı. Bölgenin bütün ihtiyaçları Moskova'da a1ınan kararlarla tesbit edildiği için, ilk anda monokültüre yol açtı. Tarlalara sadece pamuğun ekilmesi ve diğer ürünlere izin verilmemesi ülkeyi bir pamuk tarlasına dönüştürdü. Özbekistandaki bu uygulama sadece tarımı değil, eğitimi, kamu ahlâkını (resmi kurumlardaki bozulma ve rüşvet gibi) çürüttü.”(17) Moneokültür, tabiî kaynakların işlenmeden bölgeden çıkarılması ve diğer bölgelerde sanayi tesisleri kurulması Orta Asya'yı Ruslara bağımlı hâle getirmiştir. Bölgeye bütün ekipman, makine Rusya’dan getirildi ve Slav uzmanlar ve idâreciler tarafından işletildi. 70 yıl süren Sovyet hâkimiyeti boyunca bu politika devam ettirildi. Bölge halkının geleceği için iktisâdî bağımsızlığın önemi sadece şimdi tartışılmaya başlandı. KÜLTÜREL VE İDEOLOJİK KONTROLE DOĞRU: KİMLİĞİ BULMA MÜCÂDELESİ Eski Sovyetler Birliği’nin iki temel gâyesi kültürel ve ideolojik dönüşümle bölgedeki hâkimiyeti sağlamaktı. Sovyetler Bolşevik ihtilâli için gerekli olan Türkistan’ın ürünleri (petrol ve pamuk gibi) eski Çarlık sömürgecileri gibi değil Zinoviev'in dediği gibi medeniyet meşalesi taşıyana büyük ağabeyleri Ruslar adına geri kalmış Orta Asya'lıları modernleştirmek ve aydınlatmak için aldılar.(18) Sovyetler Birliği yöneticileri, klâsik sömürgeci geleneğiyle yaklaşarak Türkistan halkının diğer şarklılar gibi kendileri yönetemeyecekleri(19), bu sebeple Ruslar tarafından yönetilmeleri gerektiği varsayımıyla hereket ettiler. Orta Asyalı'lar kendi kalkınmaları ile ilgili hedefler ve araçlar hakkında hiç bir söz hakkına sahip değillerdi. Böylece medeniyet meşalesi taşıyana büyük ağabeyleri Ruslar, bu yeni Marksist-Lenist ihtilâlci ideolojiyi, tekneolojik gücü Orta Asya'yı modernleştirme adına kullandılar.Yerli yöneticelerin direnişlerini şiddet kullanarak engelleyerek ve bölgelerin kendi kültürel ve dini değerlerini reddederek,"Orta Asya'yı modernleştirme” planlarını gerçekleştirdiler. Sovyetler, Orta Asyalıların kültürlerinin şahsî ve müşterek kimliklerinin kendi hedefleriyle uyum sağlamayacağını anladılar. Bunun için de Islâmî değerlerin, kurumların ve hanedana mensup olanların yok edilmesi ve yerine yeni Sovyet Rus değer hükümlerinin yerleştirilmesi gerektiğini düşündüler.Orta Asya’nın geleneksel sosyo-kültürel sistemine bu amaçla üç açıdan saldırdılar. 1) Türkistan’ın parçalanması, 2) Türkistan’ın diğer müslümanlandan ve Türkçe, Farsça konuşan ülkelerden olduğu kadar tarihî geçmişinden tecrid edilmesi. 3) Dini inanç ve değerlerin bilhassa Islâmiyetin tahrip edilmesi ve Islâmî kurumların bozulması.
l. TÜRKİSTAN’IN PARÇALANMASI Sovyet politikalarının en bâriz başarılarından biri, Türkistan’ın sürekli ve radikal bir şekilde topraklarının ve siyâsî bütünlüğünün parçalanmasıdır. Bu politika 1924 yılında Stalin'in "toprakların sınrlarının çizilmesi" ve "Sovyet Milletler" politikası ile dil ve diyalekt farklılıklarına dayalı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler ve Otonom Cumhuriyetler adı altında bölgeninin çok sayıda ve suni şekilde sınırlara ayrılmasıyla başladı. Türklerin anayurdu mânâsına gelen Türkistan gibi siyâsî ve kültürel mânâ ifâde eden terimler birdenbire resmi yazışmalandan ve beyanlandan kaldırıldı. Yerine sosyal tansiyonu yükselten ve milletler arasında stratejik kaynakların rekabetine yönelen "milliyetçilik" kavramı getirildi. Sovyetlerin uyguladığı politikaların tesiriyle 1991'de Batı Türkistan’dan 5 bağımsız cumhuriyet doğdu. Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan.
2. KÜLTÜREL TECRİD Eski Sovyetler Birliği, Orta Asya kültürünün temellerini gizli entrikalarla çürüttü. Böylece Türkistanlılar hem Türkiye'den hem de diğer müslüman dünyasının tarihi literatüründen hem de ilmî mirâsından tecrid edildiler. Bunu iki yolla başardılar: Eski Sovyetler'in güney sınırları boyunca bir demir perde çekerek ve dışardakileri yalanlayarak ve seri alfabe değişimlerine giderek. Önce Türkçe Çağatay(20) dilinde asrlardır kullanılan standart Arap Fars alfabesi yerine reforme edilmiş bir Arap-Fars alfabesi getirildi.Sonra 1929 da Latin alfabesi,1939-40 yıllarında da Kiril alfabesinin çeşitli formları kabul edildi. Çeşitli diyalektler ve resmi dillerin herbirisinin yazımı için farklı Kiril alfabesi kullanıldı. Türkistanda Kiril alfabesi kabûlü iki önemli sonuç yarattı: Birincisi, Rusya'dan ödünç alınan kelimelerle sun’î olarak doğan bu yeni diller zenginleşerek, Türkistanlıların birbirlerinin dillerini anlamaz hâle gelmelerine yol açtı. İkinci olarak da, yeni neslin hem Türkçe Çağatay alfabesiyle yazılmış çok sayıdaki edebi mîrastan mahrum olmalarına hem de Sovyetler Birliği dışındaki diğer müslüman ülkelerde yazılan eser ve metinleri anlamamalarına, hattâ inkâr etmelerine ve eski kültürü bilenleri de modası geçmiş fikirlerle dolu kabul etmelerine sebep olmuştur. Bu durum Orta Asyalıların, genel anlamda dünyanın geri kalan kısmından ve özel anlamda da müslüman dünyasından fıkir ve kültür açısından tecrid edilmelerine yol açtı.
3. İSLÂMIYETİN VE KURUMLARIN YIKILMASI Sovyet’lerin İslâmiyet'e ve onun yeniden canlanmasını ve devamını sağlayacak kurumlara yönelen saldırılarının temellerinde, hem ideolojik hem de pragmatik sebepler vardı.İdeolojik açıdan Islâmiyet'in laik, ferdiyetçi, rasyonel, sanayileşmiş, modern sosyalist hayatın ihtiyaçlarıyla uyuşamıyacağını düşündüler. Bunun için de, İslamiyet'e karşı çıktılar.(21) Pragmatik olarak ise İslamiyet, Türkistandaki, heterojen halkın fıkren ve mânen birleşmesini sağlıyordu. Müslüman liderler, sûfiler ve ulemalar Sovyet hakimiyetine karşı, merkez teşkil edebilecek tek güç kaynağı idiler. Gerçekten Rus zulmüne karşı yapılan bütün direnişler, "Basmacı Harekâtı"(22) da dahil olmak üzere, İslamiyet adına yapılmıştır. Bu sebeple, İslâmiyet, Sovyet devleti tarafından düzenli, sistemli ve yoğun bir şekilde yapılan saldırılara hedef olmuştur. Bunlar arasında sayısız müslüman âlimi ve mahallî liderlerîn öldürülmesi, İslâmî edebiyâtın ve metinlerin yok edilmesi, câmilerin, hanların, medreselerin, vakıfların yıkılması, bütün açık ibâdetlerin yasaklanması, müslümanlara ait olan şahıs isimlerinin değiştirilmesi, şeriya mahkemelerinin ilgâsı bulunmaktadır. Sovyetler, özellikle, geleneksel akraba ilişkilerine, dini liderlere, soy ve âile münasebetlerine, İslâmî kurallarla belirlenen özel mülkiyet ve mîras haklarına hücum ettiler. İlâveten, Orta Asya'lıları, Islâmiyet'i zararlı tesirlerine karşı kışkırtmak ve İslâmiyet'e olan güven sarsmak için, bunların yerine yeni Sovyet kurumları kurdular. Bunlar, başlıca eğitim kurumları olan Sovyet okullarıyla, diğer sosyalleştirme ve toplumsallaştırma hizmeti gören, "köylü birlikleri", "öncü ve konsomol gençlik teşkilatları", "kızıl çayhaneler", basın ve elektronik medya idi. Bu kurumlar, laiklik,(23) ateizm, emek ahlâkı, toplum için fedakârlık, devlet için tam sadakat gibi temel unsurlara sahip Sovyet ahlâkını, modern kültürü Marksist-Lenist ideolojiyi ve materyalizm(24) inancını yayarak, istenilen sosyal değişimi gerçekleştirdiler. Okullar diğer dernekleşmiş teşkilatlarla birlikte, cezalar ve mükâfatlar aracılığı ile, Sovyet norm ve politikalarının, sosyo-politik uyumunu sağlamayı amaçladılar. Bilhassa şehirlerde çok sayıda, sadık uşaklar ve itaatkârlar yarattı ve rejim yanlısı bu bürokratlar, çeşitli Cumhuriyetlerin merkezîleşmiş bürokrasisini yönettiler. Müslüman aile yapısını, ve fonksiyonlarını, komünist ideolojiye dayalı Sovyet ahlâkıyla değiştirmek için yapılan teşvikler ve gayretler, bilhassa kırsal Orta Asya'da daha az etkili oldu(25) Böylece kırsal kesimlerde, İslâmi değerlerin yerini Sovyet ahlâkının almasına yönelik çalışmalarını, İslâmiyet'i dışlamadan yürütmeye başladılar.(26) Ancak bütün bu yıkma faaliyetlerine rağmen, İslâmiyet tamamen yok edilemedi ve Sovyet politikaları uygulamalarında başarısızlıklar görülmeye başlandı. Sonuç olarak, Sovyet-Rus politikalarının Orta Asya'daki izleri, Orta Doğu'nun ve güneybatı Asya’nın gelecek on yılındaki bölgesel politika dinamikleri üzerinde önemli tesirlerde bulunacaktır.
İSTİKBÂL İÇİN MÜCÂDELEYE ÇAĞRI – TEKLİFLER Ruslar'ın egemenliğindeki Sovyet devletinin anî ve beklenmedik çöküşü, iktisâdî ve teknelojik açılardan bağımlı, siyâsî ve sosyo-kültürel bakımlardan da bölünmüş yeni devletlerin doğmasına sebep oldu. 70 yılı aşan bir süredir Sovyetler'in bu topraklarda yaptıkları tahribâtın izlerini silme yolunda gayret göstermek, şimdi, bu yeni devletleri bekleyen asıl iştir. Johne H. Kautsky'nin dediği gibi, "sömürgeciliğin sonu politik bağımsızlıkla değil, iktisâdî bağımsızlıkla gelir ve iktisâdî bağımsızlıktan sağlanarı başarı, gerçek politik bağımsızlığı da beraberinde getirir."(27) Orta Asyalılar, Asya ve Afrika'da bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele veren sömürgelerden farklı olarak, anti-sömürgeci hürriyet savaşları kazanmadılar. Sovyet'lerin iç çöküşü, anî ve beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Siyâsî bağımsızlıklarını kazanan yeni beş devletin hiç birinde önemli bir muhalefet hareketi görülmedi. Dışardaki gözlemcilere göre, rekabet sadece komünist parti içinde daha fazla otorite ve şahsî başarı kazanmak isteyen Ruslaşmış Orta Asyalı bürokratlar arasında oldu. Orta Asyalı şehirli bürokratlarla, Rus efendileri arasındaki münâsebet gergin olmakla birlikte çeşitli sebeplerle devam ettirildi. Meselâ, Sovyet Ruslar yerli üyelerine kendi cumhuriyetlerini bahşetmelerine karşılık, Orta Asyalı liderlere asla güvenmediler ve onlara gayet sınırlı bir söz hakkı verdiler. Sovyet sistemine hizmet eden Ruslaşmış Orta Asyalıların dışındaki halk, Ruslara diğer Slav ırklarından ve Avrupalılardan daha fazla kırıldılar. Bununla birlikte, Ruslardan şahsî menfaat sağlayanlar, Sovyetler lehine askerî ve siyâsî durumu değiştirmek için işbirliğine devam ettiler (28) Sonuç olarak, işbaşındaki yeni liderlerin, eski rejimin uşakları olarak özellikle kırsal kesimdeki itibarları çok azdır. Rakowska Harmstone'ın da belirttiği gibi, "Bu liderlere Sovyet hâkimiyeti içinde bir yer ve söz hakkı verilmemesine rağmen, bunlar koparamadıkları bağlarla bu sisteme kendileri bağlı buldular."(29) Bu bağımlılık, gelecekle ilgili bağımsız bir kalkınma modeli ortaya koyamayışlarında çok önemli bir unsur teşkil etmektedir.(30) Mayıs 1992 başlarında Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'de ortaya çıkan olaylar, Orta Asya yönetimin yerini alabilecek, sosyo-politik hedeflere sahip, iyi teşkilâtlanmış bir alterneatif siyâsî modelin de bulunmadığını göstermektedir. Parçalanmış, Ruslaşmış bürokratlar ile kırsal kesim arasında organik bir bütünlüğün sağlanması şarttır. Bu boşluğu kapatmadan, bu kritik bölgeninin sosyal, siyâsî ve iktisâdî kalkınması ile ilgili bütün teklifler belirsiz kalacaktr. İktisâdî ve siyâsî bağımsızlığı hakîkî manasında kazanbilmek için cumhuriyetlerin kendi aralarında ve içlerinde bulunudukları şartlar, milliyetçilik hareketlerinden dolayı meselelerle doludur. Moskova'nın siyâsî bağımlılığın ipini koparıp yeni devletlere bağımsızlık vermesne rağmen, halâ cevap bekleyen sorular karşımızda durmaktadır: Bağımsız cumhuriyetlerin liderleri, kendi azınlıkların mülkiyetlerinden ve kaynaklarından kendilerine düşen payı vermeye hazr mıdırlar? Etnik olarak kendi içlerinde de bölünmüş bu milletlerin gerçek bağımsızlıklarına kavuşmaları, liderlerin bu suale cevap verebilecek tedbirleri almalarına bağlıdır. Etnik problemlere, yeni liderleri Rus uygulamalarını taklit ederek veya tekrar ederek yaklaşmaları, bölgede kapanmaz yara ve hasarlara yol açabilir. Sovyetler tarafından suni olarak yaratılan ve teşvik edilen bu etnik guruplar "eşitlik" ve "kimlikleri tanınması" uğruna yüksek bir mücâdele potansiyeli taşımaktadırlar.(3I) İç mücâdelenin zayıflaması, devam eden barış, idâreye halkın katılımı ve dayanışma, Türkistan halkına iktisâdî, teknelojik, idârî ve kültürel bağımsızlık için mücâdele zemini sağlayabilir. Süper ihtisaslaşmış pamuk monokültüründen diğer ürünlere yönelmek, üretimi ve imâlâtı ve dağıtımı dengeli bir şekilde düzenlemek, yer altı ve yer üstü zengiliklerinin bölge dışına çıkarılmasını önlemek, zor olmakla birlikte, başarı için önemli fırsatlar verecektir. 70 yılı aşkın süredir diğer müslüman Türk ve toplumlarından ideolojik, sosyo-kültürel tecrid politikalarının uygulanması toplumda şüphe ve endişelerin artmasına sebep olmuştur. Orta Asya ile komşu müslüman ülkeler arasında, eğitim reformları, ideolojik ve ahlâkî yeniden yapılanma ile diyaloğun oluşmasını temin edecek sağlıklı bir çerçeve içinde karşılıklı gayretleri bütünleştirilmesine ihtiyaç vardır. Sovyet kalkınma politikalarının izlerini silmek, Orta Asyalı müslümanların bölgedeki mücadelelerinin bir kısmını teşkil edecektir. Asıl hamle, uzun süredir baskı altındaki bu bölge halkı için, siyâsî hürriyeti, iktisâdî büyümeyi ve gelecekteki kalkınmasını sağlayacak bir alterneatif modeli kurabilmek ve uygulayabilmektir. Bu kalkınma yolu, James Lamb'ın dediği gibi "bağımlılığın bütün formlarından, eşitsizlikten, ızdıraptan kurtularak, kendi kendini idare edebilmek için bir mücadele mi olacaktr?"(32) Bu mücâdele yolu, tarihî yarayı iyileştirebilecek, halkın seçtiği ve yenilği gerçekleştirmeye muktedir olabileceği niteliklere sahip olmalıdır. Türkistan'lılar 120 yıldan daha uzun bir süredir, baskıcı, aldatıcı, boğucu ve sömürgeci yönetimin acısını çektiler. 20. asırda bağımsızlıklarına kavuşan en son milletler arasındalar ve homojen bir siyâsî bütünlüğe sâhip değiller. Nüfusları, tabîat ve insan kaynakları ile, potansiyelleri açısından herbiri iktisâdî büyüme ve kendi millî kalkınmaları için farklı stratejik planlar yapmaya muktedirler. Ayrıca denenmiş veya denenmemiş geniş alternatif modeller arasından birini seçme fırsatına da sahiptirler. Bu yeni devletlerin istikbâldeki istikâmetleri, onları analiz edenlerin tercihleriyle değil, kendi politikalarını tesbit edenleri icraatlarıyla belirlenecektir. (33)
| |
| | | єѕαяєт Müşir
Cinsiyet : Burç : Mesaj Sayısı : 302 Doğum tarihi : 04/02/96 Kayıt tarihi : 12/10/10 Yaş : 28 Nerden : ιѕтαηвυℓ Meslek : Öğrenci Ruh Hali :
| Konu: Geri: Sovyetler Birliği Dış Politika(Asya) Salı Ekim 19, 2010 9:24 pm | |
| 1. İhtilal Öncesi Çarlık Rusya’sı Dönem
Orta Asya tarihi Timur Rönesans’ından sonra sönmeye başlamış, on altıncı asırdan itibaren Orta Asya Türklüğü siyasi birliğini bir daha kuramamış, kültürel açıdan da parçalanmaya başlamıştır. Kitle iletişimin sözlü olduğu, cami, medrese ve tekkelere dayandığı bu asırlarda haberleşme ve ulaşım imkanlarının kısıtlılığı içinde siyasi birlik ve güven olmayınca Türk Dünyası’nın kendi içinde kültürel hareketleri de fevkalade azalmış topluluklar belirli coğrafi alanlar ve kabile ilişkilerine lokalize olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Kültürel gelişmenin gittikçe donuklaşması ve zamanla diğer kesimlere nazaran farklılaşmanın önemli bir sebebi de budur. Bu parçalanma giderek kabile bazına, Orta Asya havzasında şehir/kasaba hakimlerinin uzun süreli kavgaları, kabileleri birbirine düşman etmiştir. Rus emperyalizminin Orta Asya’da ki yayılışının kolaylığı bundan kaynaklanmıştır.i Bu şekilde Türk coğrafyasında Rus ve Çin emperyalizmin yol açtığı en büyük olumsuzluklar yerli Türk unsuru yanında yabancı etnik unsurlarında çoğalmasına yol açtığı görülmektedir.
Böyle bir siyasi istikrarsızlığın ve sosyal dengesizliğin meydana gelmesi kültürel yapıda da birtakım farklılıklara yol açmıştır. Tarihteki Türk-Rus ilişkileri ve Türkistan’ın Ruslar tarafından işgali ve sonucunda meydana gelen/getirilen kültürel değişikliklerin tarihi seyri kısaca şu şekildedir.
Türk-Slav münasebetleri umumiyetle ilk defa Milat’ın 2.yüzyılında, Türk-Rus münasebetleri ise 9.asrın başında Peçenekler zamanında başlamıştır. Türkler ve Ruslar asırlarca yan yana yaşamışlardır. Ruslar 1224 yılından 1480 yılına kadar, tam 256 sene Türklerin hakimiyetinde yaşamışlardır. Ruslar bu devreye tarih kitaplarında “Moğol-Tatar Zulmü” dönemi derler.ii Dokuzuncu asırdan on altıncı asrın ortalarına kadar geçen yedi asır boyunca Rusların ataları, kendilerinden teknik bakımdan daha ileri, askeri yönden daha güçlü, daha yüksek bir kültür seviyesine sahip tek kelime ile daha medeni durumda olan Müslüman komşularla karşılaşmışlardır. On üçüncü asırdan on beşinci asra kadar olan yaklaşık üç asırlık zaman içinde Rus Prenslikleri Müslüman Altınordu (Moğol) hükümdarlarına mağlup olmuş ve boyun eğmişlerdir. “Tatar Boyunduruğu” hatırası da Rus halkının zihninde hala varlığını ağır bir şekilde hissettirmektedir.iii
Altınordu’nun güney Türkistan’a hakim olduğu 15.asırda Ruslar Moskova Knezliği olarak küçük bir beylik halinde idi. Fakat Altınordu’nun Kazan, Astırhan ve Kırım hanlıkları olarak üçe ayrılması ve aralarında rekabete girişip birbirini zayıflatmaları, Rusların kendini toparlayıp kuvvetlenmesine ve 1552’de Kazan’ı işgal etmeleri sonucu Kazan hanlığının yıkılmasına yol açmıştır.iv 1552’de Kazan,1555’de Ural sahasının Başkurtları,1556’da ise Volga ağzındaki Astırhan’ın Rusların eline geçmesine parçalanan ve zayıflayan Türkistan’ın kapıları Rus emperyalizmine açılıyor ve Rusya iki yüz yılda beş misli büyüyor. Rusların böyle büyümesinin ve İngilizlerin Hindistan’da ki tutumu arasındaki büyük fark İngilizler’in Hindistan’da sadece kendi ürünleri için Pazar bulmak ve sanayi için ucuz ya da bedava hammadde teminidir. Rusların ise bunların dışında yerli halkı yavaş yavaş yok etmek ve ülkeyi ahali bakımından Rus ülkesi yapmaktır. Bunun sonucunda Türkler arasında kendi milli benliklerini korumak için bir kültür savaşı, bir yaşama savaşı başlıyor.v Çar 1.Petro’ya kadar Rusya Türkistan’da ciddi bir yayılma politikası gütmemiş, ilk defa Petro Türkistan’ı ele geçirme projesi tasarlıyor ve iki sefer (1715 ve 1717) yapıyor.vi Böylece Moskava’da Knezlik statüsünden kurtulan Ruslar yavaş yavaş Batı Türkistan’ı istilaya 1716’dan itibaren başladı ve 1734’den itibaren Türkistan’ın bozkır vilayetlerinin bazılarında hakimiyetinin tesisine başlarlar.vii Rusların Türkistan’a karşı daha ciddi olarak harekete geçmeleri sonucunda, güneyde Türkistan’ın istilası 1852’de Akmescid’e hücumla başlar.viii 1865’te "TÜRKİSTAN GENEL VALİLİĞİ” ve “STEP GENEL VALİLİĞİ” adıyla idare ele alınır. Rus emperyalizminin en belirgin özelliği, istila ettiği ülkelerin en verimli, stratejik noktalarına Rusları yerleştirmek ve hakimiyeti altına almaktı.ix Bu nedenle Çarlık Rusya’sı emeline ulaşabilmek için bir takım “Ruslaştırma” politikalarına başlıyor.
Çarlık döneminde uygulanan ve sonuç elde edilen Türkleri Hıristiyanlaştırma politikası, komünizm sonrasında da Hıristiyanların Ruslaştırılması şeklinde devam eder.x Bütün bu siyasi gelişmeler devam ederken Türkistan üzerinde emellerin kurmaya çalışan Ruslar’ın sistemli ve etkili çalışmaları da başlar. Bu siyasetlerine de Türkistan’da ki Türk halklarını dilinden, alfabesinden kısacası kültüründen ayırmakla emellerinin gerçekleşeceğini görmüşler ve bu uygulamalarına da şu şekilde başlamışlardır.
Çarlık idaresinin 1876’da ve Bolşeviklerin 1920’den sonra Türkistan’a tatbik ettikleri bir metot var. Bu metot İl’miniskiy metodudur.Fikir babalığını Rus milliyetçisi Nikolay İl’miniskiy(1822-1891)yaptığı bu metodun amacı, Rus hakimiyeti altında yaşayan Türkler’e Rus dilini öğretmek, müşterek bir Türk dili yerine her Türk boyu için mahalli konuşma dilini amaçlayan ve farklı ana diller icad ederek, bu diller için Rus karekterli farklı alfabeler kabul ettirmek ve böylece onları Ruslaştırmaktır.xi Bu politika sonucunda aynı soyda gelen, aynı dili konuşan insanlar arasındaki birlik parçalanmış, yeni diller ve yeni milletler yaratılmaya başlanmıştır. Böyle bir hareketin başında misyoner İl’miskiy’in talebesi ve Türkistan Genel Valiliği’nin kültür danışmanı Ostroumov bulunuyordu.xii Çarlık Rusya’sının son döneminde başlayan uluslaşma süreci gelecekteki Sovyet politikalarına da dayanak oluşturmuştur. Dolayısıyla Kazak, Kırgız, Özbek, Azeri, Türkmen gibi büyük Türk dil ailesinin içindeki farklı etnik gurupların siyasal ve toplumsal olduğu gibi kültürel farklılıkları iyice pekiştirmiştir.xiii
Böylece eski çarlık ve selefi durumundaki Sovyetler Birliği içinde Türk halkları tarihsel süreç içinde ayrı uluslara ayrılmış oluyordu. İl’miniskiy’in metodunun çarlık tarafından bir devlet politikası gibi uygulanmış olması meselenin önemini göstermekteydi. Çarlık dönemindeki Türkistan Türkleri’nin kültürel yaşantıları ve inançlarında, dil ve alfabelerinde İslamiyetin durumu göze çarpmaktadır. Arapların Türkistan ile komşu olmaları ve sonrası şu şekildedir. İlk Müslümanlaşan yöreler arasında yer alan Türkistan’da İslamiyet hem Sünni islam’ın dini ve kültürel kurum hem de Nakşibendilikxiv gibi çok çeşitli tarikatlar aracılığıyla etkisi SSCB’ye kadar sürdürmüştür. Diğer taraftan kültürel açıdan Türkmenler 18.asırda Oğuz ailesine dahil olan Çağatayca’nın etkisindeki Türkmen dilinde eserler vermişlerdir. Arap ve Fars kültürünün açık etkisini yansıtan Çağatayca uzun yüzyıllar yörenin ortak kültürü, dili olarak benimsenmiştir.xv Yine Çarlık döneminde İslamı sahte göstermek faaliyetleri başlar. Ku’an-ı Kerim Rusya’da ilk defa 1716’da Fransızca’dan Rusça’ya Peter Paskinov tarafından tercüme edilir.xvi Bunun sonucunda Türkistan’da değişik adlar ile bilinen Türk topluluklarındaki milli şuur Rusya’nın diğer topluluklarına nazaran geç uyanmaya başlıyor. Mesela, Ermeniler 1890’larda milli kimlilerini bulurken, Türk topluluklarında bu şuur ancak 1905 birinci Rus İhtilali döneminde ortaya çıkmış ve bu şuurlanma 1917’ye kadar sürmüştür. Bolşevik rejiminin marifetleri ile 1985’lere kadar bastırılmıştır.xvii
Bu Milli uyanışa sebep olan önceki gelişmeler ise 2.Aleksandr döneminde başlayan modernleşme ve merkezileşme politikalarının sonucu olan Ruslaştırma çabaları ve eğitimdeki köklü değişikliklerin hedeflenmesidir.xviii 1905 yılında Rus çarlığı’nın Japonlar önündeki her yerde olduğu gibi Rus mahkumu Türkler arasında da ümit ışığı olmuştu ve 1905 Rus İhtilali Türk Dünyası’nda bir canlılık ve ümit, kısmen de bir hürriyet havası getirmişti.xix 1905-1917 döneminde milli uyanış başlıca basın-yayın, eğitim ve siyasi alanda kendini göstermiştir. Fakat bu gelişmeler her Türk bölgesinde aynı güç ve tesirde olmamıştır. 1917 öncesi milli uyanışta güçlü olan üç bölge Kırım, İdil-Ural ve Azerbaycan’dır. 17 Ekim 1905’te Çar 2.Nikola’nın “Manifestosu” Rusya vatandaşlarına çeşitli hürriyetler tanıyınca basın yayın hayatında bir artma olmuş ve bu üç bölgede muhtelif sayıda dergi ve gazeteler yayımlanmıştır.xx
Böylece Ruslar’ın yenilgisi ile sonuçlanan Rus-Japon savaşının sonucunda Türkistan’da Ceditçilik hareketi filizlenmeye başlıyor.
Rus emperyalizmi’nin etkisi altındaki Türk halkları siyasi ve ekonomik olduğu kadar kültürel yönden de “Müstemlekeleşme” sürecine girmiş oluyordu. Ruslar bu süreçte; “Tehcir” ve “Kolonizasyon” siyaseti ile şiddetli bir şekilde sert uygulamalara gidilmiş, yeni mektepler açılması yasaklanıp mevcut mekteplerin ıslahı da engellenmiştir. Eğitim Türkler’e Rus olmayanların Ruslaştırılmasından ibaretti ve Türk çocukları papazların idaresindeki misyoner okullara gitmeye zorlanıyordu.xxi Böylece İslamiyet’in ikinci merkezi durumundaki Fergana, Buhara, Taşkent, Semerkant, Kazan vb. gibi “Uluğ Türkistan” şehirleri ve buralarda yetişmiş Farabi, İbn-i Sina, Buhari, El Biruni, Uluğ Bey, Ali Kuşcu, Ali Şir Neva-i, Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacip gibi nice değerli bilim adamları yetiştiren bu coğrafya ve Türkistan Türkleri uzunca bir süredir Çarlık Rusya’sının egemenliğinde her alanda olduğu gibi kültürel alandan da bir “Müstemleke” durumuna düşürülmüştür.
2.İhtilal Sonrası Sovyet Rusya’sı Dönem
Bolşevik ihtilali öncesinde ve sonrasında Ruslar niyetlerini ustalıkla gizlemeye çalıştılar. İtilalden hemen sonra 24 Kasım 1917’te “Rusya Halklarının Hakları Beyannamesi”nden sonra “Rusya’nın ve Şark’ın Bütün Müslüman İşçileri”ne hitaben, Lenin ve Stalin’in imzaları ile güçlü bir üslup içinde bir beyanname yayımlanır. Bu beyannamede bütün Müslüman Türkler’in cami ve mescitleri, dini inanç ve adetlerinin Rusya’nın Çarlarınca tahrip edildiği, bundan böyle tüm inançların, adetlerin serbest olacağı ve dokunulmayacağı ve bu hakların Rusya’nın bütün halklarının hakları gibi ihtilalin ve onun organları olan işçi, asker ve köylü Sovyetleri’nin korumasında olacağı ve bunun için ihtilale destek olmaları istenir.xxii
Böylece ihtilalden sonra zaman kazanmak için Türkler’e yukarıda olduğu gibi bir takım vaatlerde bulunulur.”Rejimin Yerleştirilmesine” kadar Çarlık dönemi kötülenir. Bolşevikler kendilerinin bir umut olduğunu ve istenilen her türlü (başta kültürel olmak üzere) hakların verileceği böylece belirtilir. Fakat düşmanlarını ortadan kaldırdıktan sonra sıra yine Türkler’e gelir.
Zeki Velidi Togan’a göre Rusya’da merkezi idare Bolşevikler’in eline geçmeye başlar. 18 Mart 1918’de Alaş-Orda Hükümeti Kızılordu hükümetince dağıtılır, 1919’da bu fedarasyondan Müslüman kelimesi silinerek, milliden ziyade iktisadi bir birlik şekline getirilir.xxiii Bu şekilde Türkistan’da ki kültürel kimliğin bir yansıması olarak çeşitli muhtariyetlerin ve kongrelerin ismine dahi tahammül edilmediği görülür. 1918 yılından itibaren Türkistan’ın birçok yeri işgal edilmeye başlanır. Bunun sonucunda 1921-1923 yılları arasında bir milli hareket olarak ”Basmacılık” Türkistan’ın en ücra köşelerine kadar bir çete hareketi olarak yayılmaya başlar.xxiv
Türkistan ve diğer Türk illeri bu şekilde istila edilerek 1925’ten sonra Türkistan kelimesi Rus haritalarından, lügatlarından kaldırılarak yasaklanır. Sadece “Türkistan Askeri Bölgesi” isminde kalır ve ardından Türkistan beş ayrı cumhuriyete bölünür (Batı Türkistan’da). İşte bundan sonra büyük bir “Kültür Emperyalizmi” başlar. Türk Milleti’i ayrı gibi gösterme ve lehçe farklarını artırma gayretkeşliğine girilir. Sovyet Rusyası’nın bundan sonraki kültür politikası sistemli olarak Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen ve Tacik milletlerinden, dillerinden, bunların geçmişte zorla Türkleştirildiklerinden, kendilerine has tarihlerinden, edebiyatlarından sitemli bir şekilde bahsederek, bunların ayrı ayrı olduklarını ve Türkistan’daki Türkçülük içerisinde Özbekçilik, Kazakçılık, Türkmencilik, Kırgızcılık gibi boy/asabiye duygularının ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.
Lenin Proleter Kültürünü, kitlelerin şuuruna zerketmek arzusunu taşıyordu. Stalin şekilce milli, muhtevaca proleter kültüründen başarı kazanacağına inanıyordu.xxv Özerk bölgeleri de kapsayacak şekilde tüm milliyetlere kendi etnik dilinde eğitim yapma ve kültürünü geliştirme hakkı tanınmıştı. SSCB’de Lenin ile başlayan “Uluslar Politikası” genelde self determinasyon ilkesinden hareketle 1924 anayasasında ayrılık hakkına yer verse de aslında cumhuriyetlere telkin edilen ve denetlenen politika “Birliğe Sadakat” oldu.
Ulusal kültürün gelişmesi için öncelikle standart yazı dilleri oluşturulacak, böylece ulusal dilde eğitime ağırlık verilmiştir. Bunlara uygun eğitim seferberliği başlatılarak mevcut lehçeler birleştirilerek ortak ulusal dil oluşturulmuştur.xxvi Böylece kültür kaynaklarını işletmek, alfabelerin Slavlaştırılarak, milli varlığı kendi köken, örf ve kültüründen koparmak Ruslaşmaktı.xxvii
1917 İhtilalinden önce bütün Türkistan’da Arap alfabesi kullanılıyordu. Arap alfabesinde Türkçe harflerin yetersizliği, buna karılık Türkçede sesli harflerin çok önemli olmasına rağmen Arapçanın lehçe farklarını gizlemek gibi bir faydası vardı. Böylece bütün aydınlar Türkçe konuşurlar ve zorluk çekmeden anlaşabiliyorlardı. Bu şekilde Rusya’nın diğer bölgeleri ile de rahatça haberleşebiliyorlardı.1917’deki Bolşevik İhtilalinden sonra siyasi tazyik ile Komünist partiyası emrindeki linguistik kurultayında alınan kararlar ile hayata geçirilmeye başlanır.
1917 İhtilalinden sonra Sovyet liderlerinin ilk teşebbüsü Arap alfabesini geliştirerek mahalli lehçelere uygulamak olur. Ancak kısa zamanda eski alfabenin kullanılması ile Türkleri Ruslardan ayırdığı için bu tehlikeden kurtulmak amacıyla 1925’te Arap alfabesiyle basılı kitap ve mecmuaların ithali yasaklanır.xxviii 1926 Bakü Türkoloji Kurultayında Yakovlev ve diğer Rus ilim adamları Latin alfabesini methetmeye başlıyor ve 1929 yılında bütün Rusya’da Türkler böylece Latin alfabesine geçmiş oldu. Amaç geleneksel Arap alfabesinin terk edilerek eski kültürle (önceki İslam kültürü) ve Türkiye arasında oluşacak “Kültürel Bağların” koparılmasıdır
Türkiye’nin aynı yıllarda Latin alfabesini kabul etmesi (Kasım 1928) Sovyetlerin hesabını bozmuş, Türkleri sevindirmiştir. Bu seferde Türkistanlılar yine Ruslar’dan uzaklaşarak Türkiye’ye yaklaşma ihtimali vardı. Türkistan’da Latin alfabesinin kullanılması Rusçanın öğrenilmesini de zorlaştıracaktı. Üstelik 1932 ve 1938 katliamlarıyla bir kere alfabe değiştirmiş ve ikinci bir değişikliğe karşı direnme gösterecek Türkistanlı aydınların çoğu yok edilmişti.Bunun etkisi de geride kalanlarda direnme gücüde bırakmıyordu.
Bu süre içerisinde 1937’de Bakü’de “İmla ve Terim” konferansı toplanır. Kültürü sosyalleştirme, Ruslaştırma taraftarları ile Kültürün milli ve Türk vasfını korumak isteyenler arasında şiddetli bir mücadele olur. Mehmet Emin Resulzade her iki tarafın isteklerini kendine göre değerlendirir.xxix
1939-1940 yıllarında Sovyet hükümeti yeniden Latinceden Rus-Kıril alfabesine geçmeyi kararlaştır. Bundan on yıl önce Arap alfabesinden Latin alfabesine geçerken Latinceyi methedenler, bu kez Latinceyi kötüleyerek değiştirilmesini istiyorlardı.
Yine böylelikle talebelerin iki ayrı alfabe öğrenerek kurtulacakları öne sürüldü. Bu değişiklik Kıril alfabesinde bulunmayan Türkçe sesler için farklı semboller kullanılmasına da imkan tanır. Böylece Türk fonetiğine uydurulması için birkaç sembol eklenerek ”BİRLEŞİK TÜRK LATİN ALFABESİ” getirilir. Bu oluşturulan yeni alfabede bütün Türk lehçelerindeki sesler aynı işaretle yazılırken, Kıril alfabesinde aynı ses değişik cumhuriyetlerde değişik harflerle gösterilmeye başlanır. Bu tür uygulamalar sonucunda Türk Dünyasında üç farklı kökene dayalı (Latin-Arap-Kıril) 27 farklı alfabe ve iki büyük yazı diline bağlı yirmi çeşit yazı dilini kullanır hale gelmiştir.
Bütün bu politikalar sonucunda görüldüğü gibi dünyada hiçbir millete ve topluluğa uygulanmayan, sadece Türklere uygulanan emperyalist politikalar soyu, dili, kültürü bir olan “Türk Dünyasını” her yönden parçalı bir hale getirmiştir. Uluğ Türkistan önce doğu-batı diye sonrada batı Türkistan kendi içerisinde yapay olarak beş ayrı cumhuriyete Rus ve Sovyet kültür emperyalizmi politikaları sonucunda parçalanmış ve istenilen amaçlara ulaşılmıştır.
1929’larda Stalin iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra ulusal liderlerin tavsiyesi ile birlikte tüm Sovyet cumhuriyetlerinde Ruslaştırma sürecine başlanır ve bu dönemde uygulanan dil ve alfabe politikaları ile Rusça yeniden önem kazanır. Rusçanın ikinci ana dil statüsüne yükseltilmesi Kuruşçev ve Brejnev dönemlerinde başlar. 1958-1959 Eğitim reformunda Kuruşçef “Her orta öğrenim mezunu Rusçayı tam olarak öğrenmiş olmalıdır.” demiştir.
Sovyetlerin Dil Politikası:
1-Tüm dillere eşitlik
2-Rusçanın ortak üstün dil olması
3-İradi çift dillilik
4-Ana dillerin ihmalinin açıklanması
5-Rusçanın yabancı dil olarak eğitim sistemine girişi şeklindedir.
Latin alfabesinin yerini Kıril alfabesinin alması, ulusal destanların,kahramanların(Örneğin Azerbaycan’da Dede Korkut,Özbekistan’da Alpamış) kitaplarda çıkarılması,özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyet zaferi ve kahramanlığının Rus halkına mal edilmesi ve Çarlık Rusya tarihinin olumlu bir hale getirilmesi bu süreç içinde kültürel açıdan en çarpıcı örneklerdir.xxx
Böylelikle dünya tarihinde ilk kez uygulanan bu model içinde halk siyasi kimlik olarak Sovyet vatandaşlığını benimsiyor ve kendi etnik kökeni ile ilgili kimliğini ikinci plana atıyor. Bu durum SSCB’nin verdiği özel kimlik ve pasaportlarda da açıkça belirtilmekteydi.
Lenin, Stalin, Kuruşçev ve Brejnev dönemlerinde izlenen kültür politikalarında bazı önemli değişimler olmakla beraber ulusal tarih ve kültürün Sovyet öğretisi dışına çıkması ve 1917 öncesine dönmesi engellendi.xxxi Sovyetlerin Türkistan’daki Türklere reva gördüğü bu dil ve alfabe değişikliği politikaları W.Kolarz’a göre Avrupa’lı beyaz adam bile Afrika’da böyle bir kültür emperyalizmine gitmemişti. Kazak Türkleri Ruslaştırmaya karşı “Kazak Edebiyatı” dergisi etrafında birleşerek mücadeleye başlarlar.xxxii Bu şekilde Rus müstemlekeciliğini diğer Avrupalı müstemlekecilerden farklı kılan başlıca özellik, istila edilen topraklara milyonlarca Rus göçmeninin planlı bir şekilde iskan edilmesidir.xxxiii
Sovyetler bu tür kültür emperyalizmini meşru göstermeye çalışırlarken genç nesillerin körpe dimağlarına bu fikirler zerkedilerek proleter kültürü almış komünistler yerleştirilecekti. Fakat milli ve manevi değerleri yıkamadılar. SSCB ideolojisi büyük yenilgiye uğradı. 29 Ekim 4 Kasım 1956 tarihleri arasında Stalinabad’da toplanan “Orta Asya Arkeologları ve Etnologarı İkinci Kongresi” nde İslami inanç ve geleneklerin doğumdan ölüme kadar devam ettirildiği itiraf edilerek, yeni propaganda usulleri bulunması, bunun içinde kültürel ve sosyal bakımdan büyük bir hamle içinde olduğunu belirterek 1959 nüfus sayımlarına göre SSCB’deki Türkler otuz beş bin olarak gösterilmiş ve bütün Türkler kabilelere, boylara bölünerek ayrı milletlermiş gibi “Böl ve Hükmet” siyasetine uygun bir şekilde verilmiştir.xxxiv Bu kardeş halklarının ”Türkistan’a yardım” yardım adı altında yapılan bu Ruslaştırma ve Sovyet vatandaşlığına kırsal kesimden daha fazla direnme gelmektedir. Bu yüzden Ruslaştırmanın ağırlık noktası şehirlerdir.xxxv
Tüm bunlar Sovyet emperyalizminin günümüzdeki sonuçlarını doğru okuyabilmek ve görebilmek açısından önem kazanmaktadır. Böylece günümüzde Türk cumhuriyetlerinde varlığını devam ettiren bazı inanç ve yaşantılar kaynağını o dönemde, Sovyet ideolojisine direnç gösteren ve tam olarak asimile edilemeyen “kırsal kesimden” almıştır.
Sonuç
Bağımsızlık sonrasında Çarlık ve Sovyet Rusya dönemlerinde “Eritilmek” istenilen ve bu yönde de belli bir mesafe alınan Orta Asya’da ki TÜRK KİMLİĞİ’ nin tekrar uluslar arası düzeyde gündeme gelmesi Sovyet sisteminin dağılması ile başlar. Eski Sovyet sisteminden geride kalan idari yapı içerisinde, eski sistemin devamı niteliğindeki mevcut kadrolar kültürel, ekonomik ve siyasi alanda uluslar arası arenada meşrulaştırma gayretlerine başlarlar.
1986 yılında Gorbaçov iktidara geldiğinde “Glastnost” ve “Perestroika” politikaları ile kültürel, dini ve entelektüel hayat üzerindeki devlet denetimini gevşetmeye başlar. Ancak hem eğitimde, hem de kültürde esas değişimin 1988’de bilimin, eğitimin ve öğretimin demokratik esaslar doğrultusunda, kültürel muhtevaları da içine alan uygulaması Gorbaçov döneminde başlar.xxxvi Böylece bu dönemden itibaren milli duygularda canlanma başlar. Eski rejimin bu tür “amaçlı” politikaları sonucu, örf ve adetlerini kaybetmiş, milliyetin önemli unsurlarını teşkil eden, dininden uzaklaşmış ve en önemlisi ana dilini unutmuş ya da kullanma gereği hissetmeyen milli denmesi oldukça zor topluluklar meydana gelmişti. Yaratılan “Milli Kimlikler” en yakın kardeş toplulukları birbirine rakip hatta düşman duruma getirmiştir. 1985’ten itibaren ise bu gerçekler gündeme gelmeye başlar. Bu şuurlanma diğer topluluklarda olduğu gibi Türk topluluklarında da milli bağımsızlık arzularını artırır.xxxvii
Bu şekilde Türk Cumhuriyetlerini bağımsızlığa götüren yol ve bunun başlangıcı Gorbaçov döneminden itibaren başlar ve her bir ulusun kendi etnik kökeni ile ilgili durumunu eğitim, dil, tarih, kültürel vb. gibi alanlarda bağımsızlık mücadelelerinin “nirengi” noktasını oluşturmuştur.
Burada bağımsızlığın kazanılmasında, bu yolda mücadelenin verilmesinde mevcut siyasi kadrolar ve yasal siyasi partilerinde Türk kültürüne “Bakış acıları” ve buna bağlı olarak ta “Yaklaşım Tarzları” kültürel yapının şekillenmesinde ve yeniden oluşumunda etkili olmuştur.
Bu amaçla her bir Türk Cumhuriyetinin ayrı ayrı bağımsızlık sonrası kültürel yapısı ele alınarak genel bir “Türk Cumhuriyetleri Kültür Profili” oluşturulmalı ve buna dayalı bazı tekliflerde bulunarak kültürel ilişkiler geliştirilmelidir.
| |
| | | | Sovyetler Birliği Dış Politika(Asya) | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |